'Nefret söylemi ve ayrımcılıkla mücadele' paneline yoğun katılım: 'Nefret dilinin farkına varmak en önemli adım'
Hrant Dink Vakfı tarafından yürütülen ‘Dijital Teknolojileri Kullanarak Nefret Söylemi ve Ayrımcılıkla Mücadele’ projesi kapsamında düzenlenen panel serisinin altıncısı dün gerçekleşti. Toplumun farklı kesimlerinden birçok katılımcı panele ilgi gösterirken, salondaki koltuklar tamamen doldu.
Hrant Dink Vakfı tarafından düzenlenen ‘Dijital Teknolojileri Kullanarak Nefret Söylemi ve Ayrımcılıkla Mücadele’ projesi kapsamındaki panele ilgi büyük oldu.
Farklı meslek gruplarından ve ülkelerden katılımcıların yer aldığı panelin moderatörlüğünü İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Sarper Durmuş üstlenirken, Uppsala Üniversitesi’nden Nazar Akrami, Public Discourse Vakfı’dan Morgane Bonvallat ve Gunda Werner Enstitütüsü’nden Katharina Klappheck konuşmacı olarak yer aldı.
GAZETECİLERİN VE POLİTİKACILARIN SORUMLULUĞU YÜKSEK
Geleneksel ve dijital medyada nefret söylemiyle mücadeleye değinilen panelde, günlük hayattan başlayıp, dijital mecralarda maruz kalınan ötekileştirici dile dikkat çekildi.
Politikacı ve gazeteci gibi toplumun üzerinde etkin bir dil gücüne sahip meslek gruplarının nefret söylemiyle mücadele önemli bir rolü olduğu savunulurken, konuşmacılar nefret diliyle mücadelede iki anahtar yönteme dikkat çekti.
Bu noktada dünya çapında artış kaydedilen nefret söylemlerine maruz bırakılan kesimlerin uğradığı psikolojik şiddet, demokrasilerin ne kadar kırılgan olduğuna işaret ediyor.
Nefret diliyle mücadelede ilk basamak olarak gösterilen farkındalık bilinci, kişiyi ya da bir grubu hedef alan söylemin ‘’nefret söylemi’’ olup olmadığını kavrayabilmekten geçiyor.
Günlük dilde "nefret söylemi", bir grubu veya bireyi doğuştan gelen özellikleri (ırk, din veya cinsiyet gibi) nedeniyle hedef alan ve toplumsal barışı tehdit edebilecek saldırgan söylemlerden ibaret.
Farkındalık aşamasından sonra ise hedef fark etmeksizin nefret dili asla normalleştirilmemeli ve kabullenilmemelidir.
'ZEHİRLİ DİL' VURGUSU
Konuşmacılardan Nazar Akrami’nin özellikle dikkat çektiği ‘toksik (zehirli) dil’ tanımı ise nefret söylemlerinin ana dili niteliğinde.
Tehdit etme, suçlama, etiketleme, teşhis koyma ve suçluluk duygusu aşılama gibi unsurlarla bezenen toksik yani zehirli dil, psikolojik şiddetin en yaygın iletişim biçimi olarak öne çıkıyor.
Panelde tartışılan en önemli konulardan biri de dijital mecralarda maruz kalınan ‘’çevrim içi nefret söylemi’ ile mücadele olarak öne çıktı.
Bu bağlamda nefret dili, en çok azınlıkta kalan kesimi hedefine alıyor. Bunlar; içinde bulunduğu kesimde etnik köken, ideolojik düşünce, cinsel yönelim çeşitliliği gösteren bireyler olarak öne çıktı.
Yine panelde değinilen en çarpıcı hususlardan biri de büyük sosyal medya şirketlerinin ‘çoğunluğun arzına’ hizmet eden algoritmaları oldu. Bu algoritmalar, nefret diliyle gelen bölücü politikaları destekleyip, ne yazık ki yaygınlaştırıyor.
‘X’ platformu gibi katılım ve çeşitliliğin yüksek olduğu dijital mecralarda nefret diline maruz kalmamak neredeyse kaçınılmaz.
Online ayrımcılığın ‘’kışkırtma ve ayrıştırma’’ temelli nefret politikalarıyla şekillenen söylemlerinin hedefinde ise kadınlar, göçmenler, azınlık grupları gibi cinsiyetçi ve ırkçı politikaların hedefine koyduğu gruplar yer alıyor.
Sistematik şekilde nefret söylemine maruz kalan kesimler, sosyal medyada veya herhangi bir sosyal ortamda alışageldiği tepkilerden ötürü kendilerini ifade ederken güvende hissetmiyor, korkuyorlar. Bu da kişilerin doğrudan psikolojik sağlıklarını hatta yaşama bakışlarını ve kariyerlerini etkiliyor.
Nefret söylemleriyle mücadelenin işlendiği panelde ister hedef alınan ister hedef alan grupta olmak fark etmeksizin en etkin mücadele yöntemi, maruz kalınan dili iyi tanımak ve kişinin kullandığı dildeki nefret ölçeğini fark etmesi olarak öne çıktı.