O çocuklar babalarına kavuştu! Türkiye bir sömürge ülke olmadığını kanıtladı
Önceki günkü “Türkiye sömürge ülkesi mi? Hâkim, savcı ve bürokratlar hangi ülke adına karar veriyor?” başlıklı yazım (*) bir tepkinin dile getirilmesiydi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sınırları içinde, bir Alman mahkemesinin verdiği kararı doğru kabul edip, hiçbir araştırma yapmadan, Almanya’dan çocuklarını alıp gelip İzmir’e yerleşen bir babanın üç çocuğunu elinden alan savcı ve hâkimlere olan tepkimdi bunun sebebi.
Özet geçeyim.
Almanya’nın Neuwide şehrinde ikamet eden Ünal Tarakçı adlı Türk vatandaşı psikolojik sorunları da olan eşine iki yıl önce boşanma davası açıyor. Mahkeme biri 7 yaşında erkek diğeri ikiz 12 yaşında kız çocuklarının velayetini babaya veriyor. Ancak Almanya’nın vahşi ve saldırgan kurumu Gençlik Dairesi (Jugendamt) kız çocukları başlarını örtmeye başlayınca babanın elinden almak için uğraşmaya başlıyor. Baba sorguya çekilmeye başladığında anlıyor ki çocuklarını alacaklar. Alman yurtlarında ya da Alman koruyucu ailelerin elinde kültüründen, dilinden, dininden koparılacak olan çocuklar, bu yolla asimile edilen on binlerce çocuktan biri olacak.
Ünal Tarakçı bunun üzerine TC vatandaşı olan çocuklarını da alıp Türkiye’ye; İZMİR’e yerleşiyor. Fakat Jugendamt hemen bir hafta sonra Neuwide mahkemesinden bir karar çıkarttırarak velayeti iptal ettirip İnterpol’den bülten yayınlatıyor ÇOCUK KAÇIRDI diye. Dahası baba Ünal Tarakçı’nın gıyabında onun psikolojik sorunları olduğuna dair bir raporu bile söz konusu aile mahkemesine onaylattırıyor. İşte İnterpol’ün bu araması üzerine “çocuklarına şiddet uyguladığı” yalanıyla iki kız çocuğu ve bir erkek çocuğu Adalet Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünün yazısı doğrultusunda ve İzmir Cumhuriyet savcısının talebiyle, İzmir 3. Aile Mahkemesi’nin de kararıyla baba Ünal Tarakçı’dan alınarak iki ay süreyle İzmir Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü yurtlarına yerleştiriliyor.
Olayın tüm detayları aşağıda linkini verdiğim yazıda mevcut.
AİLE VE SOSYAL HİZMETLER BAKANI DEVREYE GİRDİ
Konu hakkında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Sayın Mahinur Özdemir Göktaş’ı bilgilendirdim. Bakan büyük bir hızla olaya müdahil oldu. Yetkililerini bu işi takiple görevlendirdi. Kuruma bağlı pedagog ve psikologlardan oluşan bir heyet, çocuklarla, babayla, çocukların okullarındaki öğretmenlerle, yöneticilerle görüşerek bir rapor verdi:
Çocuklar gayet sağlıklı, babalarıyla olmaktan son derece memnunlar, Almanya’ya dönmek istemiyorlar. Öğretmenleri onlardan çok memnun, not ortalamaları 90 civarında. Annelerinin kendilerine fiziksel ve psikolojik şiddet uyguladığını belirtiyorlar.
ADALET BAKANI YILMAZ TUNÇ DA DEVREDE
Bu rapor üzerine Adalet Bakanı Yılmaz Tunç da devreye girdi. İzmir Cumhuriyet Savcılarından Murat Ulusoy, Aile ve sosyal Hizmetler Bakanlığı meslek elemanlarının yazdığı raporu dikkate alarak çocuklarının İzmir Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü bünyesindeki bakım yurtlarında koruma altına alınmasına gerek olmadığını belirterek ve “Sosyal inceleme raporu, Adalet Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü’nün yazıları ile birlikte değerlendirildiğinde şüphelinin üzerine atılı çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçunun yasal unsurları oluşmamıştır. Kovuşturmaya yer yoktur” diyerek takipsizlik kararı verdi.
Savcılıktan dün akşam üzeri gelen bu takipsizlik kararı üzerine Aile mahkemesi ilk kararını değiştirdi ve çocukların Baba Ünal Tarakçı’ya verilmesi kararını aldı.
YA BAKANLAR OLMASAYDI?
Sonuçta gönül ister ki bu tür kritik konularda Bakanlar devreye girmeden savcılar, hâkimler ve bürokratlar kendi inisiyatifleriyle sorunları çözümlesinler, hukuki meselelerde yabancı gözüyle değil, Türk vatandaşlarının çıkarları doğrultusunda bakabilsinler. Tabii bu sözümüzden katilin, hırsızın, caninin, sapığın korunması anlamı çıkarılmamalı. Apaçık bir mağduriyet söz konusuyken kıytırık bir Alman psikoloğun raporuna dayalı olarak çıkarılan arama kararının ne kadar dayanaksız olduğu ortadaydı. Bu durumda bakanlığımızın meslek elemanlarına güvenmek gerekmez miydi?
TUNÇ: “YARGI REFORMU STRATEJİ BELGESİYLE BU TÜR OLAYLARI EN AZA İNDİRGEYECEĞİZ”
Dün akşam bu konuda Sayın Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile de yazıştım. Kendisi de bu tür durumlarda yaşananlardan rahatsızdı ve şöyle diyordu:
“Yargıda bu tarz kararlar maalesef oluyor. Binlerce doğru kararın içerisinden bu tarz hatalı kararlar maalesef çıkıyor, bu da yargının yıpranmasına yol açıyor. Önünde sonunda aslında bu tür hatalı kararlar itiraz yoluyla istinaf yoluyla ve yargıtay temyiz süreci ile düzeltiliyor. Ancak bu süreç içerisinde kamuoyu gündeminde tartışılıyor. Bu da adalete güveni zedeleyen hususlardan biri oluyor maalesef. Bu tür kararları en aza indirmek için çalışıyoruz. Yargı reformu strateji belgemiz yakında açıklanacak, o çerçevede de önemli tedbirlerimiz olacak”
Sayın Bakan Tunç’un söyledikleri böyle. Umarım Yargı Reformu Strateji Belgesi çerçevesinde alınacak tedbirler, bu tür yargı kararları konusunda ve kararları veren savcılar yargıçlar hakkında birtakım yaptırımları da içerir. Böyle sıkıntılı durumların en aza indirgenmesi için şart gibi görünmekte.