Onlar bizim insanımız olamaz, hatta onlar insan bile olamaz!
Can korkusuyla depremin ardından yollara düşenlere, kâğıt bardakta çorbayı 25 liraya satanları da gördük bu ülkede, sahip olduğu tüm varlığını gözünü kırpmadan afet bölgesine gönderenleri de.
İnsanoğlunun bir yüzü gül kokusu diğeri fosseptik çukuru derler ya.
Bizim insanımızın tamamının yüzü gül kokar.
Deprem evlerinde hırsızlık yapan, dükkânları yağmalayan, çocukların bilgisayarlarını çalanların yüzleri hep fosseptik çukurudur. Ve onlar zaten bizim insanımız değildir. Hatta onlar insan bile değildir.
Deprem hırsızlarının yüzü fosseptik kokar da fırsatçıların ki kokmaz mı?
Fırsatçı kimdir?
Fırsatçı sadece depremzedeye bir bardak çorbaya 25 liraya satan alçaklar değildir.
Deprem olduğunda, birilerinin tazyikiyle çimento hisselerine üşüşenlere ne demeli?
Ev kiralarını bir anda iki katına çıkaranlara, alelacele rafların etiketlerini değiştirenlere, “gün bu gündür” vurguncularına ne demeli?
Hepsinin ağzı lağım kokuyor!
Hepsinin yüzü fosseptik çukuru.
Fırsatçılara karşı sert tedbirler alınmadığını ve bunun alçakları yüreklendirdiğini depremden önce de çok söyledim. Hayat pahalılığını tetikleyen, insanları çaresiz bırakan hatta insanları devlete ve hükümete isyan noktasına getiren bu aşağılık fırsatçıları her zaman dile getirdim.
Dedim ya, yüzü fosseptik çukuru olanlar, ağzı lağım kokanlar bizim insanımız değildir.
Ama ne yazık ki bu sırtlanlar aramızda yaşıyor ve bizim insanımıza ihanet ediyor. Ve bu sırtlanların tepesine devletin demir yumruğu bir türlü inmiyor.
Bizde de kabahat var aslında. Tüketimden süreli/süresiz vazgeçmek gibi bir refleksimiz, alışkanlığımız yok. Etin kilosu 100 lirayken “Ver bir kilo”, etin kilosu 150'ye çıktığında, “Ver yarım kilo”, 200' çıkınca da, “Ver 250 gram” diyoruz. Ama, “Ben tüketmeye devam ettikçe bu fiyat artacak” diye düşünmüyoruz. “Bir ay et yemesem ölmem” demiyoruz.
Devletin refleksi daha önemli.
Fahiş fiyat simsarlarına karşı alınacak önlemlerde devlet merhametli olamaz.
Kestiğiniz ceza sırtlanların canını acıtmıyorsa, onlar alçaklığa devam edecektir.
Ceza kâr etmiyorsa, kulağından tutup parmaklıkların ardına atabilmelisiniz.
Kanunsa kanun çıkarın, yönetmelikse değiştirin. Köşedeki bakkal dükkânından, en büyük holdinglere kadar kimse hakkı olmayan paranın peşine düşüp, milletin lokmasını çalamasın. Buna izin vermeyin. 10 bin zincir marketi olan birine 1 milyar ceza yazmışsınız neye yarar. Adamların bir günlük kârı bu. Ya kayyum atayın ya hapse atın ya bir şekilde anasından doğduğuna pişman edin… Başka yolu yok.
Bunları yazarken, maliyet girdilerine dayalı olarak fiyatlarına makul zam yapan esnafı, iş adamını, namuslu ticaret yapanları bir kenara koyuyorum. Onlara diyecek sözümüz yok.
SEÇİM YAPILSA NE OLUR, YAPILMASA NE OLUR?
Deprem nedeniyle piyasa fırsatçıları gibi seçim fırsatçıları da türedi.
Sanki ortada, “seçimler erteleniyor” kararı varmış gibi, ön almaya çalışanlar var. Şimdiden depremzedelerin nerede, nasıl oy kullanacaklarını bile hesaplamışlar. Ekonomik sıkıntıların üstüne gelen bu felaket tam da aradıkları fırsatmış meğer.
Ülkenin altıda biri bu depremden etkilenmiş umurlarında değil.
100 bin bina yıkılmış, takmıyorlar.
“Bu seçim ya olacak ya olacak” diyorlar. “Neye mâl olursa olsun bu seçim yapılacak” diyorlar.
İstismarları bir yana sanki seçimi getirip ellerine altın tepside bırakacaklarmışçasına bir özgüven var.
Nereden geliyor bu özgüven?
İki hafta öncesine kadar, yüksek enflasyondan, hayat pahalılığından medet umuyorlardı.
Şimdi yıkıntılar üzerinde yükselen acılardan medet umuyorlar. Acılarıyla, kayıplarıyla tepkiselleşen insanların iktidar yerine kendilerine oy vereceğini hesaplıyorlar. Kirli hayalleri bu.
Peki ya gerçekler?
Gerçek şu ki; kentsel dönüşüme karşı çıkan, davalar açan, direnen yerel yöneticilerine engel olmak bir yana, desteklemişler.
Kentsel dönüşümle, depreme dayanıklı yapılacak evlerin önünde dağ gibi durmuşlar.
“Kentsel dönüşüm değil, rantsal dönüşüm” demişler.
Kentsel dönüşüm projelerine karşı davalar açmışlar. Şimdi o belediyelere inceleme başlatacaklarmış. Neyin incelemesini başlatacaksınız?
Eğer inceleyecekseniz, kentsel dönüşüm bütçesinin iki katını reklam ve tanıtıma harcayan belediyelerinizden başlayın.