Onlara nazik davranın! Kapınızı çalan kurye çocuğunuzun öğretmeni olabilir
Ne zaman soğuk ve yağışlı havada bir kurye görsem, temmuz ayında titrediğim o yolculuk aklıma gelir.
On beş yıl kadar önceydi, aylardan temmuzdu ve çok sıcaktı. Yıllık iznimin ilk günlerini memleketim Yenipazar'da geçiriyordum. Ekrem abiyle akşam, kahve önünde çay içerken sabahleyin Taraklı ve Göynük üzerinden Abant'a gitmeye karar verdik. Ekrem abi uzun yıllar Almanya'da çalıştıktan sonra doğduğu topraklara, Bilecik'in Yenipazar ilçesine yerleşmişti. O da iki teker sevdalısıydı. Eskişehir'in, Bursa'nın, Bilecik'in endurocuları onu iyi tanırdı. Dağ dere, tepe, orman gidebilen bir Kawasaki KLR 650'si vardı. Bende ise, halen kullandığım KLE 500…
Sabah, kahve önünden hareket ettik. Stabilize köy yollarından Sakarya'nın Taraklı ilçesine vardık. Taraklı çok eski bir ilçe. Köpük helvası çok meşhur fakat son bir kaç yıldır enginarından da söz ettirmeye başladı. İstanbullu doğa yürüyüşçülerinin uğrak yeri haline geldi. İstanbul'a 200 kilometre mesafede, günübirlik de olsa görmenizi tavsiye ederim.
Taraklı'daki kısa turumuzun ardından, Göynük'e geldik. Göynük, Bolu'nun en eski ilçelerinden. Tamamına yakını restore edilen eski konaklarıyla yerli turizmin merkezlerinden biri haline geldi. Aileler konaklarını otele çevirdi.
Sıcak iyice bastırmıştı. Göynük'te de bir çay içtikten sonra, dağ yollarından, önce Çubuk Gölü’ne geldik. Ardından, Sünnet Gölü’ne doğru ormanların içinden yükselmeye başladık. Gördüğümüz bütün çeşmelerden kana kana su içtik. Biz yükseldikçe hava serinlemeye, keyifli hale gelmeye başlamıştı.
Ormanların arasında bir patika yol ayrımında, ucu yere bakan ve üzerinde Balık Dede Alabalık Lokantası yazan bir tabela gördük. Durduk. Karnımız acıkmıştı. Motorların gürültüsünden birbirimizi duyamadık, bakışarak anlaştık. Patika yoldan toz toprak kaldırarak Balık Dede'ye doğru sürdük.
Çam ağaçları arasında kocaman bir havuz görünce durduk. Havuzun etrafında tahta barakalar vardı. Barakaların arasından beyaz sakallı 70'li yaşlarda dik yürüyen bir adam bize doğru yöneldi. Bu kesin Balık Dede idi. Barakalardan birine oturduk. Kiremitte alabalık sipariş ettik. Bu arada etrafa baktık. Büyük havuzun buz gibi suyunda yüzlerce alabalık vardı. Tahta barakalara raptiyelenmiş gazete kupürlerine baktık. Tanınmış siyasetçilerin, ünlü sanatçıların Balık Dede'nin bu kuş uçmaz kervan geçmez gibi görünen mekanında ağırlandıklarını öğrendik.
Karnımızı doyurduktan sonra tekrar yola koyulduk. Köy yollarından Abant'a doğru daha da yükselmeye başladık. Sünnet Gölü'ne şöyle uzaktan baktık. Devam ettik. Yükseldikçe renkler daha bir yeşil oldu, ormanın serin ve rutubetli kokusunu solumaya başladık. Artık, Bolu dağlarının içlerinde yakın zamanda hiç kimsenin geçmediği ıssız ve izsiz yerlerdeydik. Güneş batmaya yakındı, biz çok yükseklerdeydik. Ovalar, sarıdan turuncuya dönmüştü. Karanlığa kalmadan Abant'a varsak iyi olacaktı. Kütük yüklenmiş bir traktöre rastladık. Abant’a 30-35 km mesafede olduğumuzu öğrendiğimizde ise farlarımızı yakmıştık. Ekrem abi yorulmuştu. Ama ben hem yorulmuş hem üşümeye başlamıştım. Ekrem abi tedbirli çıkmıştı yola, montunun içliğini giydi. Ben temmuzda gerek olmaz diye montun içliğini almayı aklımdan bile geçirmemiştim. 15 dakika daha yükseldik. Bendeki üşüme titremeye dönüşmüştü. Karşıdan gelen serin bir rüzgar değil Gün Yeliydi sanki. Montun milimetrelik açıklarından bile giriyor göğsüme çarpıyor, sonra bedenime dağılıyordu. “20 dakika daha dayan.” diye kendimi motive ediyordum. Ama soğuk acımasızdı. Kaskım kapalı olmasına rağmen gözlerimden yaş geliyordu. Abant’a yaklaştıkça yol biraz daha düzeldi. 2. vitesten 3. vitese atılır hale geldi. Hızlanıp daha çabuk varabilirdik. Ama hızlandıkça rüzgar daha sert geliyordu. Yavaş gidince de bir türlü varamıyorduk. Ekrem abi arkadan geliyordu. Dayanacak halim kalmamıştı. Sağa çektim. Motor bloğuna ellerimi tuttum. Sıcaktı. Montun fermuarını açtım göğsüme sıcacık bir esinti geldi. Ya bacaklarım kasıklarım ne olacak, nasıl ısınacak? Bacaklarımı çalışmakta olan motora yaklaştırdım. Sonra belimi, kollarımı… Mümkün olsa bütün bedenimle motor bloğunu sarmalayacaktım. Seyrettiğim filmlerde soğuktan acı çeken ağlayan insanları görmüştüm. Şimdi daha iyi anlıyordum. Geri gidemezdim, ileriye de gidemeyecek haldeydim…
Keyifle başlayan ama son etabı zor geçen bir yolculuktu. O gece titreye titreye Abant'a vardık. En yakındaki 5 yıldızlı otelin önünde durduk. Fiyat sormadık. İtiraz edecek, daha hesaplı yerler arayacak takat bende yoktu. Kredi kartımdan 300 Euro çekildiğini ertesi sabah gördüm.
KURYELER EN BÜYÜK SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ OLMAK ÜZERE
Mesut Çeki, Kurye Hakları Derneği başkanı. Onunla Zincirlikuyu köprü altında buluştuk. Evrak kuryeliği yapıyor ve zamanı çok dar. Yaklaşan kışı, otomobil sürücülerinin şikayetlerini, trafikteki kaosu ve "bu işin sonu nereye varacak" gibi sorularımı bir an önce sormalıydım. Zincirlikuyu köprü altı, İstanbul'da evrak kuryelerinin toplandıkları, iş bekledikleri yerlerden biri. Hava soğuk ve yağışlı olduğu için motorumla değil toplu ulaşımla Zincirlikuyu'ya gittim.
Mesut Çeki 47 yaşında. Bir yayınevinde kitap editörlüğü yaparken, hayat şartları onu önce kurye sonrasında da Kurye Hakları Derneği başkanı yapmış.
-“Pandemi öncesi, işe gidip gelmek için motosiklet almıştım. Salgın büyüyünce işsiz kaldım. Bir arkadaşım Etiler'de çiçekçi açmıştı. Pandemi başlayınca çiçek satışları da patlamış. Çiçek siparişlerini götürmek için benden yardım istedi. Pandeminin ilk 6 ayında 5 bin çiçek servisi yapmışım. İyi kazandım. Salgın bittikten sonra evrak getirip götürmeye başladım. Sonra, kuryelerin ölüm haberleri gelmeyi başladı. Ben, o zamanki ismiyle Twitter’da “Çabuk değil, sağ salim gelsin." diye bir mesaj attım. Bu mesaj patladı ve beni sorumluluk almaya itti.”
“Kış geliyor, işler daha da zorlaşmayacak mı?” diye sordum.
-“Birçoğumuzda motosiklet kış kıyafeti yok. Bazı arkadaşlarımız ilkel, rüzgara, yağmura, soğuğa ve kazalara karşı hiçbir koruması olmayan kıyafetlerle yola çıkıyorlar. Kar, yağmur soğuk rüzgarlar bizi bekliyor. Üşüsek de titresek de siparişimizi zamanında ve salimen teslim etmemiz gerekiyor. Kimse evrakının, yemeğinin, ilacının gecikmesini istemiyor. Evet, soğuk acı veriyor ama yola devam etmelisiniz."
-“Kurye Hakları Derneği'ni kurduk. Şu anda, dernek ve diğer oluşumlarla birlikte kuryeleri temsil eden 72 oluşum var. Önceliğimiz saygı ve itibar. Türkiye'nin en büyük sivil toplum kuruluşu olmayı hedefliyoruz.”
6 ŞUBAT GÜNEYDOĞU DEPREMİ VE 2024 İZMİR YANGINLARINA SADECE İSTANBUL'DAN 1000 KURYE GİTTİ
Resmi olarak kayıtlı olmasa da yaklaşık 1 milyona yakın kurye olduğu tahmin ediliyor. Aileleriyle birlikte sayıyı siz tahmin edin. Hal böyle olunca siyasi partiler kuryelerle ilgilenmeye başlamış. Kuryelerin sorunları ve talepleri mecliste konuşulmaya hatta kanun teklifleri hazırlanmaya başlamış. Kuryelerin destekleyeceği bir partinin nasıl yükseleceğini siz varın hesaplayın.
(Mesut devam ediyor)
“Biz saygın, itibarlı bir meslek grubu olmak istiyoruz. Bunun için sorumluluk almaya çalışıyoruz. Örneğin, 6 Şubat 2023 Güneydoğu Anadolu depreminde biz aktif rol aldık. İstanbul'dan 1000 kurye, felaketi duyar duymaz yola çıktık. Günlerce yiyecek, kıyafet, ilaç dağıttık. Hatay'da, Maraş'ta yardım araçlarının giremediği mahallelere biz motosikletlerimizle ulaştık. Oradaki depremzede vatandaşlarımıza su götürdük, ilaç götürdük, yiyecek, kıyafet götürdük. Zaman geldi, kurtarma çalışmalarında enkaz kaldırdık. Görev yerine gidemeyen doktorları hemşireleri görev yerlerine taşıdık. Aynı şekilde, bu yaz, İzmir'de günler süren yangına yine 1000 kurye ile gittik. Yangınla mücadele eden itfaiyecilere su, ekmek götürdük. Hortum taşıdık. Bunların bilinmesi gerekiyor.”
ÖLDÜRÜCÜ REKLAMLAR VE ZAMAN BASKISI
Kuryeler "30 dakikada kapınızda", "Aklındaysa kapında"," Dakikalar içinde kapında"
"Soğumadan evinde" gibi reklamları "ölümcül reklamlar" olarak tanımlıyorlar. Örneğin, bir pizza siparişi veriyorsunuz. Telefon ettiğiniz andan itibaren zaman başlıyor. 20 dakikada pişiyor ve yola çıkıyor. Bazı siteler, kuryeleri motorlarıyla almıyor. 500 metre yürüdüklerini ve asansör olmadığında da 5 kat merdiven çıktıklarını kimse bilmiyor.
Mesut, "ölümcül reklamlar" kaldırılsın istiyor. Zaman baskısının insan hayatını tehlikeye attığını ve her şeyi karmakarışık hale getirdiğini söylüyor. Kuryelerin arasında üniversite öğrencilerinin sayısı bir hayli fazla. Öğrenciler, daha çok yemek siparişi veren lokanta, büfe gibi yerlerde kuryelik yapıyor. Mesut Çeki'nin anlattığına göre atanamayan öğretmenlerin yanında aktif öğretmenlerden de kuryelik yapanlar var. Yani sağımızdan geçti diye ters ters baktığımız veya yemeğimizi geç getirdi diye fırça attığımız kişi çocuğunuzun öğretmeni çıkabilir.
KURYELER NE İSTİYOR?
Mesut Çeki'nin sürekli telefonu çalıyor, konuşmamızı artık bitirmemiz gerekiyordu. O yüzden, “Sürücülerin kızdığı, sizlerin can güvenliğinin olmadığı bu kaosun bitmesi için ne yapılmalı?” diye sordum. “Kısa ve madde madde söyler misin?” dedim. Şöyle özetledi:
“1-Mesleki yeterlilik belgesi zorunlu hale getirilsin. Her önüne gelen kurye olamasın. Mahalle aralarında ehliyetsiz kuryelere rastlayabilirsiniz. “Apaçi” olarak adlandırdığımız kişilerin kuryelik yapmasını biz de istemiyoruz. Bir kurstan geçirilerek kurye olunması gerekiyor.
2-Kuryelik tehlikeli meslekler sınıfına alınsın, böylece eğitim zorunlu hale getirilmiş olur.
3- Üzerimizdeki zaman baskısı kaldırılsın. Firmalar “ölümcül reklamlar” vermesin.
4-Otomobil ve büyük araç sürücüleri motosikletleri küçümsemesin.
5-Kriminalize olmuş kişiler kurye yapılmasın.
6-Aşırı yağışlı ve fırtınalı günlerde çalışma baskısı kaldırılmalı. Hem firmalar hem de valilikler kötü hava koşullarında daha duyarlı olsun.
7- Uzun çalışma saatleri engellensin”
Bir başka konu ve rotada buluşmak üzere…