Ortak akıl ve inancın gücü: Beyaz zambaklar ülkesi

Rus yazar Grigory Petrov’un kaleme aldığı Beyaz Zambaklar Ülkesi, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında, Finlandiya’nın büyük bir dönüşümden geçerek nasıl özgüvenli ve ileri bir ülke haline geldiğini anlatır. Kitap, yoksul, eğitim ve kültür düzeyi düşük Finlandiya’nın, bir planlama ile kısa sürede toplumun ileri gelen aydınları ve bilinçlendirilen halk sayesinde medeniyete kavuşmasını konu alır. Bir bakıma, ülkenin topyekûn kalkınma serüvenini, eğitime ve insana yapılan yatırımın sonuçlarını gözler önüne serer.

Kitabın temel mesajı, toplumun her kesiminin; siyasetçi, öğretmen, din adamı, işçi, patron, sanatçı, vb. sorumluluk alarak ülkenin geleceğini şekillendirebileceğidir. Grigory Petrov, özellikle eğitim, kültür ve milli bilincin önemini sıklıkla değinir. Snelman başta olmak üzere dönemin ileri gelen aydınları, bilim insanları halkı harekete geçirerek toplumsal bir seferberlik başlatırlar. Okulların iyileştirilmesi, ulusal kimlik duygusunun geliştirilmesi ve özgüvenin kazandırılması, yerel ve kültürel değerlerin korunarak evrensel değerlerle harmanlanması, Finlandiya’yı bataklıklardan beyaz zambakların yetiştiği bir ülkeye” dönüştürür…

Kitap boyunca, bir ülkenin kalkınması için sadece ekonomik ilerlemenin değil, aynı zamanda ahlakî ve manevi gelişimin de gerekli olduğu işlenir. Grigory Petrov’a göre, bir toplumun yükselişi, o toplumun her bir bireyinin gönüllü çabasını gerektirir. Bu çaba; sabır, disiplin ve inançla birleştiğinde mucizeler yaratabilir.

Her geçen gün değişen ve dönüşen dünyada, toplumsal gelişimin en önemli dinamiklerinin eğitim ve kültür olduğuna hepimiz hemfikirizdir. Tam da bu noktada Beyaz Zambaklar Ülkesi, bir ülkenin kendi kaderini nasıl eline alabileceğini çarpıcı örneklerle gözler önüne seriyor. İnsan kaynağının niteliğini yükseltmek, milli bilinci oluşturmak ve herkesin sorumluluk duygusuyla hareket etmesi sayesinde elde edilen başarı, aslında büyük bir seferberlik hikâyesidir.

Toplum olarak yaşanılan zorluklar ve çözüm bekleyen sorunlar karşısında “bana ne” demek yerine, herkesin elini taşın altına koyup çorbada tuzu olabileceğini unutmamak gerekir. Öğretmeninden mühendisine, çiftçisinden gazetecisine, iş insanından memuruna kadar herkesin kendi alanında alacağı sorumluluk, bir araya gelindiğinde ortaya çıkacak kolektif güç, umutsuzlukları fırsata çevirir…

Tıkandığımız noktalarda, birbirimize uzattığımız yardım eli, hem kendimizi hem de başkalarını ayağa kaldırmanın en etkili yoludur. Toplumsal sorunlara ortak akılla yaklaşmak, farklı görüşlerin zenginliğinde “yenilik” ve “çözüm” üretmek mümkün.

Her birey, kendi yaptığı işe bir anlam ve sorumluluk yükleyerek, başka birinin hayatını iyileştirebilir. Böylece, “toplumsal sorumluluk” ve “aktif katılım” bilinci, bizleri daha adil, paylaşımcı ve müreffeh bir geleceğe taşır. Bu ruhu sürekli canlı tutmak içinse kendimize şu soruları sormamız gerekir: “Ben kendi alanımda neyi değiştirebilirim? Topluma nasıl katkıda bulunabilirim?

Nitekim gerçek değişim, sadece yönetimlerin alacağı kararlardan değil, aynı zamanda her bir ferdin katkısından beslenir. Bu nedenle, Petrov’un söz ettiği gibi, milli bilinci ve kültürü geliştirmeye odaklanmalı, eğitime ve insana yatırımı öncelikli kılınmalı. Ekonomik kalkınmanın sürdürülebilir olması, ancak ahlaki ve manevi değerlerin de aynı hızla gelişmesiyle mümkündür.

Sonuç olarak, “toplum” dediğimiz şey, bireylerin ortak bir inanç ve hedef etrafında kenetlenmesiyle oluşuyor. Petrov’un sunduğu model ise yalnızca Finlandiya için değil, hemen her coğrafya için geçerli bir reçete niteliğinde. Öğrenmek, araştırmak, yeniliklere açık olmak, öz değerleri korurken dünya ile iletişimi koparmamak… İşte bu formül, her dönemde geçerliliğini korumaya devam edecektir.