Trump-Zelensky krizi: Diplomasi ve stratejik hazırlık
Dış politika, devasa bir tiyatro sahnesine benzer. Her aktör, kendi ülkesinin çıkarlarını savunur, sahnede ne kadar parlak görüneceğini önemser ve gelecek büyük oyunda konumunu sağlamlaştırmak ister. Geçtiğimiz hafta Oval Ofis’te gerçekleşen Trump-Zelensky gerilimi, bu dev sahnenin küçük fakat oldukça çarpıcı bir örneğiydi. Hem ABD Başkanı Donald Trump’ın sert ve kaba üslubu hem de Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelensky’nin hazırlıksız görüntüsü, diplomasi ve uluslararası ilişkilerin nasıl tuzaklarla ve sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Bir liderin veya temsilcinin, kritik bir toplantıya önceden yoğun bir hazırlık yapması şarttır. Öngörülebilir soruların ve muhtemel restlerin hesaba katılması; gerektiğinde “B” ve hatta “C” planlarına sahip olmak çok önemlidir. Trump’ın üslubu herkesin malumu: Kaba tabirlerle, kestirme yorumlarla ve hatta alaycı tavırlarla rakibini köşeye sıkıştırma karakterine sahip bir siyasetçi. Dolayısıyla “beni zor durumda bırakır mı?” endişesi taşımadan, “bir şekilde idare ederim” demek Zelensky örneğinde olduğu gibi itibar kaybıyla sonuçlanabilir.
Uluslararası arenada İngilizce diplomasi dili olarak yaygın şekilde kullanılıyor. Ancak bu, her daim İngilizce konuşmak zorunluluğu anlamına gelmez. Hele anadili İngilizce olan, üstelik karşınızdakinin açığını yakalamak için fırsat kollayan bir lidere karşı, yabancı dilde polemiğe girmek dezavantajlı bir durumdur. Liderlerin kendi dilinde konuşması, hem mesajını daha güçlü şekilde ifade etmesini sağlar hem de muhatabına ayak uydurmak için gereksiz bir stres yaşamaz. Ayrıca tercüme sürecinde kazanılan zaman, cevabı daha sağlıklı düşünme fırsatı verir ve “telafisi zor gaflar” yapılmasını önler.
Devlet başkanları için kıyafet seçiminden tutun da kürsü düzenine, oturma planından tokalaşma sürelerine kadar her ayrıntı önemlidir. Çünkü bu detaylar, kamuoyuna ve dünya liderlerine verilen mesajın bir parçasını oluşturur. Görüşmede, “ben devleti temsil ediyorum ve bu görevin tüm ciddiyetine sahibim” imajını yansıtmak, karşı tarafın saygısız veya alaycı tavırlarını boşa çıkarabilir. Seçimlerinizle, “ben bu görevi ciddiye alıyorum” mesajını vermek, muhatabınız ne kadar kaba olursa olsun artı puan kazandırır.
Bazı sorular vardır ki cevaplamak, faydadan çok zarar getirir. Ya da doğrudan yanıt vermek istemediğiniz, sizi köşeye sıkıştıran “zorlu” sorular olabilir. İşte bu noktada, diplomasi sanatının mihenk taşlarından iletişim ustalığı devreye girer. Soruyu sorana, sorusunu iade edip ustaca yeni bir pencere açmak, eski devlet adamlarından beri bilinen bir taktiktir. Hatta soruyu cevaplarmış gibi yapıp, vermek istediğiniz mesajı özenle araya yerleştirmek de klasik ve etkili bir yöntemdir. Böylece gündemin kontrolü kaybedilmemiş olur.
Güç, sadece ekonomik veriler veya askeri kabiliyetle ölçülmez. Bir liderin dış dünyaya “nasıl hitap ettiği”, hangi kelimeleri ne zaman kullandığı ve beden dilini nasıl yönettiği de gücün önemli göstergeleridir. Trump-Zelensky geriliminde, Zelensky’nin yeterli hazırlığa sahip olmaması ve Trump’ın her boşluğu dolduran saldırgan üslubu, dünyanın gözleri önünde Ukrayna Devlet Başkanı’nın prestijini zedeledi. Benzer gerilimler, kimsenin tahmin edemeyeceği farklı sahnelerde yeniden karşımıza çıkabilir. Çünkü uluslararası ilişkilerde gösteriler hiçbir zaman bitmez.
Trump ve Zelensky arasında yaşananlar, Ortadoğu’dan Avrupa’ya, hatta dünyanın farklı bölgelerine uzanan karmaşık dengeleri işaret ediyor. Bu gelişmeler kişisel liderlik tarzlarının devletlerarası ilişkilere nasıl yansıyabileceğini aynı zamanda güçlü kurumların ve “devlet hafızasının” eksikliğinin nelere mal olabileceğine dair de ipuçları sundu.
Nitekim dış politika, “ezber bozan” sürprizlerle doludur. Ama bu sürprizlere hazırlıklı olanlar, günü kurtarmakla kalmaz; ülkelerinin çıkarlarını ve kendi itibarlarını da garanti altına alır. Oval Ofis’teki gerginlik, tam da bu sebeple çok önemli dersler içeriyor: Uluslararası sahnede ciddiyet, hazırlık ve iletişim becerileri olmadan başarılı olmak neredeyse imkânsızdır.
Özellikle dış politikada hazırlık, üslup ve strateji bakımından “usta siyasetçi” profili çizen Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem Türkiye’de hem de dünyada pek çok gözlemci tarafından en dikkat çekici liderlerden biri olarak değerlendiriliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pratikte uluslararası ilişkilerdeki performansına bakıldığında kriz anlarında hızlı tepki verebilme, kendi anadilini kullanarak mesajlarını net aktarma ve denge politikası izleme gibi niteliklerinin öne çıktığı rahatlıkla görülebilir. Bu manada Türkiye şanslı ülkelerin başında gelmektedir.
Türkiye, coğrafi konumu ve tarihsel bağları nedeniyle hem Rusya hem de Ukrayna ile çeşitli ekonomik, siyasi ve askerî ilişkilere sahip. Bu yüzden de Ankara’nın “gri alanda kalma” stratejisi, yani iki tarafla da sağlıklı iletişim kanallarını açık tutma ve tek bir kutba tam olarak yaslanmama politikasının Türkiye açısından rasyonel bir tercih olduğu sıkça dile getiriliyor.
Bunun yanı sıra Karadeniz’in ortak deniz olması, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle belirlenen hak ve sorumluluklar, Türkiye’nin hem NATO üyesi hem de Rusya ile komşu olması gibi unsurlar, Ankara’yı doğal bir denge politikasına yönlendiriyor. Bu “gri alanda kalma” stratejisi, çatışan taraflarla dengeli ilişkileri sürdürme ihtiyacından kaynaklanıyor. Türkiye, uluslararası krizlerde arabuluculuk ya da kolaylaştırıcılık yapabileceğini birçok kez göstermiştir. Ukrayna-Rusya geriliminde de insani koridorlar, esir değişimleri veya tahıl sevkiyatı anlaşmaları gibi konularda inisiyatif alarak bunu pratikte ispat etti.
Türkiye’nin Dengeli Siyaseti: “Gri alan” stratejisini sürdürmek, Türkiye’nin Rusya ve Batı arasındaki ilişkilerinde manevra alanını korumasını sağlar. Ancak Batı’nın yaptırım politikaları ya da Rusya’nın bölgede artan baskısı, Türkiye’nin diplomatik dengesini her an zorlayabilir.
Tarihsel, etnik, ekonomik ve stratejik faktörlerin bir araya geldiği Ukrayna topraklarında kalıcı bir barış ve istikrar sağlamak oldukça karmaşık bir mesele. Diplomasi, bu karmaşayı gidermede en kritik enstrüman olarak öne çıksa da büyük güçlerin bölgedeki rekabeti, barış girişimlerini her an akamete uğratabilir. Türkiye, coğrafi konumu ve uluslararası rolü nedeniyle bu gerilimde “gri alanda kalarak” kendi uzun vadeli menfaatlerini korumayı sürdürmelidir...