Trump’ın yeni gümrük vergisi kararı: Türkiye’yi nasıl etkiler?

ABD’nin küresel liderliğinin sarsılmaya başladığı bu dönemde, ticaret savaşları artık sadece ekonomik birer araç değil, aynı zamanda jeopolitik hamleler haline geldi. Donald Trump’ın yeniden siyaset sahnesine çıkmasıyla birlikte ithalata yönelik tarifelerin geri döneceği sinyali verilmişti. Ve o sinyal artık somut adımlara dönüşmüş durumda.

Donald Trump’ın ticaret savaşlarını yeniden alevlendiren gümrük vergisi hamlesi, sadece dış ticaret dengelerini değil, ABD finans sisteminin kalbi Wall Street’in sinir uçlarını da tetikledi. Yatırımcılar ekran başında adeta “gelen son dakika bildirimleriyle” pozisyon değiştirdi. Trump’ın tüm ithalata %10 genel vergi ve Çin’e %34, AB’ye %20, Türkiye’ye %10 ek tarife kararı, ABD borsalarında tedirginliği anında yükseltti.

Öte yandan, Trump’ın “yerli üretimi koruma” söylemi, savunma sanayi, bazı yerli hammadde üreticileri ve iç piyasaya çalışan tarım şirketlerinde kısa süreli pozitif hareketler yarattı. Ancak bu iyimserlik, genel endekslerin üzerini örtemedi. Dünya piyasaları, ABD borsası altüst oldu. ABD borsası bir günde 3 trilyon dolar kaybetti.

Trump’ın bu kararı alma nedenlerinin başında ABD’nin küresel imalattaki gücünü yeniden kazanma çabası yatıyor. ABD’nin küresel imalat payı 2001’de %28 iken 2023’te %17’ye düştü. Trump, üretimin tekrar ABD’ye dönmesini teşvik etmek istiyor. Bu tarifelerle ithalatı pahalılaştırarak yerli üretimi cazip hale getirmeyi hedefliyor. ABD, 1997’den bu yana yaklaşık 5 milyon imalat işini kaybetti. Bu kayıpların çoğu, üretimin Çin ve diğer ucuz iş gücü ülkelerine kaydırılmasıyla gerçekleşti. Tarife politikası, “işi Amerika’ya geri getirme” (reshoring) stratejisinin bir parçası.

ABD, özellikle Çin ile verdiği büyük dış ticaret açısını dengelemek istiyor. Bu tarife yoluyla ithalatı azaltıp, yerli üretimi artırarak dış açıkları düşürmeyi amaçlıyor. Tabi bu tür kararlar, özellikle orta Amerika’daki sanayi bölgelerinde yaşayan seçmenlerin hoşuna gidiyor. “Amerikan işçisi kazanacak” mesajı, seçim kampanyalarında güçlü bir söylem olarak kullanılıyor ve Çin’in teknolojik ve ekonomik yükselişi karşısında ABD rekabet baskısı hissediyor. AB ile yaşanan ticaret ve savunma politikası gerilimleri de bu tür ekonomik önlemlerle dengelenmeye çalışılıyor.

Ancak bu kararın sonuçları sadece ekonomik değil; jeopolitik, toplumsal ve küresel ticaret dengeleri açısından da çok katmanlı etkiler yaratacak ve her halükarda küresel ticaret dengelerinde büyük kırılmalara neden olacaktır. Özellikle Çin, AB ve Türkiye gibi ABD’ye yüksek ihracat yapan ülkelerin aynı zamanda ABD’de faaliyet gösteren çok uluslu şirketlerin tedarik zincirlerini ve maliyet yapılarını doğrudan etkileyecektir.

Nitekim Trump’ın uyguladığı tarifeler, ABD’nin ithalata bağımlı olduğu ürünlerin maliyetini otomatik olarak yükseltecek. Dışarıdan gelen ara mallar ve nihai ürünler açısından tedarik zincirlerini zorlayacak. Tedarik zincirleri Çin ve AB dışındaki Vietnam, Meksika, Hindistan ve Türkiye gibi ülkelere kaydırılmaya çalışılacak. Türkiye’yi bu noktada hem riskler hem de fırsatlar bekliyor.

Fırsatlar: Çin’e uygulanan %34, AB’ye uygulanan %20’lik vergi nedeniyle bazı sektörlerde (tekstil, mobilya, makine, kimya) Türkiye avantajlı konuma geçebilir. Türkiye, “orta maliyetli ve kaliteli üretim merkezi” olarak daha fazla tercih edilebilir.

Riskler: Türkiye’ye fırsatlar sunsa da, bu durum ani maliyet artışlarıyla ihracatı zorlayabilir. Türkiye’den ABD’ye yapılan ihracatta ek %10’luk maliyet, bazı firmalar için pazarı sürdürülemez kılabilir. İhracatçı firmalar fiyatlarını gözden geçirmek, kâr marjlarını daraltmak zorunda kalabilir.

ABD pazarına ihracat yapan Türk firmaları için bu gelişme kısa vadede önemli bir daralma riski taşıyor. Mevcut sözleşmeler ve fiyatlandırmalar, yeni tarifelerle birlikte ciddi biçimde sarsılabilir. Özellikle düşük marjlarla çalışan sektörlerde, %10’luk bir ek maliyet firmaların kârını sıfıra indirebilir. ABD’ye yoğun ihracat yapan sektörlerin başında gelen otomotiv yan sanayi, tekstil ve bazı tarım ürünleri bu değişimden doğal olarak etkilenecek.

Ayrıca, ABD gibi büyük ve düzenli bir pazarda yaşanacak kayıplar, üretimde küçülmeye ve buna bağlı olarak istihdamda azalmaya neden olabilir. Bu durum ayrıca Türkiye'nin iç pazardaki dengelerini de sarsma potansiyeli taşıyor. Ancak bu hikâyenin sadece karanlık bir yüzü yok. Asıl büyük tarifeler Çin ve AB’ye uygulanıyor. Yani ABD pazarındaki tedarik zincirleri ciddi bir sarsıntı yaşıyor. İşte Türkiye açısından fırsat tam da burada doğuyor.

Amerikalı ithalatçılar, artan maliyetlerle baş edebilmek için alternatif tedarik kaynaklarına yönelmek zorunda. Türkiye, hem üretim kalitesi hem de lojistik avantajlarıyla bu boşluğu doldurabilecek sayılı ülkelerden biri. Özellikle Çin'den ithal edilen ürünlere getirilen %34’lük vergi, Türkiye’nin tekstil, makine, mobilya ve kimya gibi sektörlerinde “yeni oyuncu” olmasının önünü açabilir.

Ekonomi yönetimi ve ihracatçı birliklerinin bu yeni denklem karşısında hızla pozisyon alması gerekiyor. Kısa vadede, ABD pazarında aktif olan firmaların fiyatlandırma stratejileri yeniden düzenlenmeli. Orta ve uzun vadede ise, Türkiye'nin “Çin’e alternatif üretim üssü” pozisyonunu güçlendirecek adımlar atılmalı.

Bu bağlamda, sabit döviz kuru politikaları da yeniden masaya yatırılmalı. TL’nin rekabetçi seviyede kalması, ihracatın sürdürülebilirliği açısından kritik öneme sahip. Ayrıca, yeni pazarlara açılacak sektörlerde nitelikli istihdam modelleri ve destek paketleri hızla devreye alınmalı.

Trump’ın ticaret savaşlarıyla şekillenen yeni dünya düzeninde Türkiye’nin karşısına hem riskler hem fırsatlar çıkıyor. Bu süreci sadece bir tehdit olarak okumak eksik kalır. Doğru hamlelerle, doğru stratejilerle bu gelişmeler, Türkiye için bir dönüm noktasına dönüşebilir. Ekonomide başarı, fırtınayı görmekte değil; o fırtınada nasıl yön alınacağını bilmekte yatar.