Tüketemediklerimizden misiniz?
Minimalizmde on bilmem kaçıncı günden bildiriyorum. Bir süredir kapitalizme savaş açtığım, sadeleşmeye inceden selam çaktığım tüketim orucum yalan oldu.
Ezanı bekleyemeyip orucu hiç eden bir çocuk mahcubiyetiyle itirafımdır. Aslında ruhen ve bedenen arınma ayına denk getirmek iyi bir strateji gibi duruyordu. Ben iyiydim; fakat çevrem kötüydü.
Önce markalar tarafından bildirim manyağı edildim. "Yaz geldi, hazır mısıııınnn?" "Gel sen bizssiz yapamazssıın!" "Bak elin ayağın ayrı oynamaya başladı, hadi gel üç al, yine üç öde köfte seni" , "Al şu indirim kuponunu da üstüne başına bişeyler alırsın paçoz paçoz gezme bayramdaaaa" tadında mesajlarla kanıma girildi.
Sonra, AVM'lerde bebe eylerken önünden geçtiğim, nice ocaklara incir ağacı diken mağazalara buyur edildim. Niyetim yemek değil, koklamaktı oysa ki...
Popo kapatan tunik vaadine rağmen, önce pas vermesem de, çocuk reyonunda yüzde elli indirimle gafil avlandım. Tüketim beni, minik stil ikonumla can evimden yakalamıştı.
Şimdi başladığım yerde, böbreğimi satışa çıkarmak üzere olduğum günah bataklığında, çiftlik bank mağduru gibi kıvrım kıvrım kıvranmaktayım.
Fakat bu süreç birşeyi farketmemi sağladı. Marka manyaklığının ruhi bir sıkıntıyla dev alakası var. Nerede baştan ayağa logolu bir hatun görsem, acaba hangi eksiğini kapatmak, hangi sıkıntısını hafifletmek için logoların ardına gizlendiğini merak ederim.
İnsan markayla kendisine nasıl bir değer atfediyor? Hangi sosyal statüde olmayı umut ediyor? Daha yüksek standartları olan bir zümreye ait olma ve bunu insanların gözüne sokma isteği değersizlik hissinin bir tezahürü değilse nedir? Bunu anlayan varsa beri gelsin.
Diyeceksiniz ki sen o manyaklardan değil misin? Öyleydim evet; fakat artık değilim. Çünkü farketmek değiştirmenin ilk adımı. Artık hobi olarak yine yeniden yaşasın minimalizm.