Türk işi minimalizm
İyi bir devrimci isyan ateşini önce evinde başlatır. Yarından tezi yok kendimi "minimalizm" akımının baldırı çıplak ev güzellemesinin kollarına bırakıyorum.
Geleneksel "bahar temizliği" günleri kapsamında evde bir takım kimyasal reaksiyonlara girip girip çıkıyorum. Bu çamaşır suyu ve ıslak halı karışımı koku nereden geliyor diye soruyorsanız bilin diye söylüyorum.
Bitmeyen dezenfekte süreci, tüketim çılgınlığında malikanemizin geldiği yeri görmem açısından önemliydi. Varlığını unutup unutup üstüne aynısından aldığım eşyalarla eve kapitalizm anıtı dikmişim. Bir ara evin bir yerlerinden ceset bile çıkabileceğini düşündüm desem abartmış olmam.
İşte bu düşüncelerle yeni bir akıma kapımı araladım: MİNİMALİZM.
Bilmeyenler için kısaca az eşya, bol zaman, bol huzur diyebiliriz...
Aslında ezelden beri bu akım çokum işlerle aram pek iyi değildir. En son "feminizm"e merak saldığımda az daha evde kalıyordum ama olsun her şeye rağmen geri dönüş yok, plan devrede.
Evimi taaa çeyiz dizme gününden istila eden havlu, nevresim, giysi, tabak çanak, börtü böcük, pıtırcık her şeyden temizliyorum. Hele bebemin kıyafetleri! Çocuğun gelin olana kadar giyebileceği çıtçıtlı badisi var.
Oyuncakmış, ayıymış falan tek tek değil, ailece yerleşmişler evimize. Ayı, dayısıyla falan gelmiş.
Türk aile yapısına uygun olarak boğazımızdan kısıp misafire yatırım yaptığımızdan, olası bir kitlesel göç dalgasını başarıyla göğüsleyebiliriz.
Demem o ki, hazır cinnet kıvamına gelmişken tuttuğumu balkondan atıyorum. Bundan sonra yeni mottomuz budur: Bir sen, bir ben, bir de bebek...