Dünyanın ilk SİHA ve ülkemizin gelmiş geçmiş en büyük savaş gemisi olma özelliğine sahip TCG Anadolu Türk Donanması'nın hizmetine giriyor. Deniz Kuvvetlerimizin kazandığı bu yetenek, ulusal güvenlik açısından büyük bir gurura ve önemli bir milada karşılık geliyor.
Ümit ederim bu kutlu bir başlangıç olur ve küresel jeopolitiğin en önemli aygıtlarından olan kabiliyet, kapasite, tonaj, tahrik ve teknolojisi yüksek savaş gemileriyle Türkiye; küresel başat deniz ülkeleri kervanına katılır. TCG Anadolu kazanımı ile böylesine umut ve özgüven dolu, ama çok uzun bir deniz yolculuğuna çıktığımızı söyleyebilirim.
Geçen mart ayının sonlarında dünya petrol piyasalarının ısınmasına, ham petrol fiyatlarının artmasına ve üreteceği bir dizi siyasi, stratejik ve ekonomik sonuçla ciddi önem üreten bir uluslararası tahkim davasının kararıyla karşılaştık.
Irak Merkezi Bağdat Hükümeti, Türkiye’yi Irak Kuzeyi Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) 2014 ile 2018 yılları arasında Bağdat’ın onayı olmadan petrol ihraç etmesine izin vererek 1973 tarihli boru hattı anlaşmasını ihlal etmekle suçlamıştı. Mahkeme Türkiye’yi 1,4 milyar dolar tazminat ödemeye hükmetti.
Türkiye’de yaşanan verileri acı ve ağır, millî güç unsurları üzerinde olumsuz etkileri olan deprem, gerilim yaşadığı bazı ülkeler dahil Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini etkilemişti. Depremin neden olduğu yardımlaşma, dayanışma ve yumuşama ortamında bunların ilişkilerde olumlu sonuçlar üretebileceği düşünülmüştü.
Ümit ederim böyle şeyler olur. Ancak ülkeler arasında yaşanan güç mücadelesinin, rekabetin ve jeopolitiğin; fırsatçı, sinsi, "çatlakların, boşlukların, zafiyet ve hassasiyetlerin istismar edildiği" acımasız ortamda çok dikkatli olmamız gerektiğinin altını ısrarla çizmek gerektiğini düşünüyorum.
Güney Kafkaslardaki gerilim bütün riskleriyle devam ediyor. 2020 yılında yapılan 44 Günlük Muharebede Azerbaycan Ordusu, Ermenistan Ordusunu işgal ettiği Azerbaycan toprağında tam bir zaferle mağlup etmişti. Ancak kendi menfaatleri ve jeopolitik hesapları çerçevesinde, bu zaferin genişlemesini ve derinleşmesini istemeyen Rusya, dağılma ve ricat eşiğindeki Ermenistan ordusunu da ipten alacak şekilde, bir strateji ve siyasetin altına imza atmıştı. Nahçıvan’da Azerbaycan’ı egemenlik alanlarını ihlal eden Rus Ordu helikopterinin düşürülmesi gibi bazı savaş vakalarını da birer fırsat bilip manivela aracı olarak kullanarak, Bakü üzerinde Kalibr füzeleri patlatarak Azerbaycan üzerinde ağır bir siyasi baskı oluşturmuş, kendisinin de olduğu bir masada Azerbaycan ile Ermenistan’a imza attırmıştı.
Azerbaycan tarafı Rusya adına Karabağ’da "geçici" bir inisiyatif üreten ve yine Karabağ’la ilgili kalıcı bir kayıp üretmeyen ve savaşmadan elde edilen kazanımlara (topraklara) bağlı olarak akde imza atmıştı.
2 Nisan’da Bulgaristan'da erken genel seçim var. Son derece önemli. Bulgaristan istikrar arıyor ve bu istikrar sadece Bulgaristan için gerekli değil. Burası hassasiyetleri ve gerilimi yüksek Balkanlar ve Balkanlar'daki bu dost, kardeş, komşu ülke Ukrayna savaşından fazlasıyla etkileniyor. 2004 yılından beri NATO üyesi olan ülke baskı altında. Hem savaşın ısıttığı Karadeniz’e kıyısı var hem de harareti hiç dinmeyen Balkanlar’ın hassas ve kritik bir ülkesi.
Takip edebildiniz mi bilmiyorum, çok uzun zamandan beri de siyasi bir istikrarsızlığın içerisinde. Özellikle son iki yılı siyasi çalkantılarla geçti. İş o kadar ileri gitti ki, ülke iki yıl içinde beşinci kez erken genel seçime gitmek zorunda kaldı.
15 Mart akşamı gece karanlığında Duhok/Çemelka’da birbiriyle çarpışarak düşen ve içinden dokuz YPG/PKK’lı teröristin cesedinin çıktığı helikopter kazası her haliyle çok ilginç.
Tabii bu "dokuz PKK’lı terörist" açıklaması YPG/PKK’ya ait. Bu bile pek çok soruyu akla getiriyor, şüphe uyandırıyor. Çünkü YPG/PKK çatışmalarda etkisizleştirilen teröristler başta bu tür kabullenmeleri ya geciktiriyor ya hiç yapmıyor ya da saklıyor, unutturuyor. Şimdi ne oldu da böyle palas pandıras açıklama yapma gereği duydular? Uyguladıkları terör propaganda metotlarına aykırı bir şekilde bu kabullenmenin altında ne yatıyor ya da neyi örtbas etmeye çalışıyorlar?
ABD’liler tarafından geçtiğimiz aralık ayında Suriye’nin kuzeyi Ayn el Arap’ta (Kobani) çok ilginç bir görüşme gerçekleşmişti. Irak/Süleymaniye merkezli KYB/YNK Başkanı Bafil Talabani ile PKK’nın Suriye ayağı YPG/PYD’nin elebaşı Mazlum Abdi, ABD’nin DAESH’le Mücadele (CJTFOIR) Komutanı Tümgeneral Matthew McFarlane sponsorluğunda görüşmüştü. O görüşme sonrası Bafel Talabani yaptığı açıklamada, “Rojava ile ilişkilerimiz elbette devam edecek ve daha da gelişecek. Bekamız birlik olmamıza bağlı” mealinde cümleler kurmuştu.
Bu görüşme ve yapılan açıklamaların anlamı neydi?
Türkiye deprem, seçim, seçim gerilimi ve seçim ittifaklarına odaklanmışken, dünyada geleceğine, geleceğin nasıl şekilleneceğine dair son derece önemli ve anlamlı gelişmeler yaşanıyor. Ülkeler menfaatleri ve gelecekleri adına alışılmadık hamleler yapıyor. Bunların ilgi ve etki sahamızda olanları da bize fazlasıyla ilgilendiriyor.
Yakın zamanda bu gelişmelerden belki de en önemlisi Çin’in arabuluculuğunda İran ve Suudi Arabistan’ın Pekin’de bir araya gelmesiydi.
Deprem, seçim ve siyasi kutuplaşma üzerinden ne yazık ki “çevrimiçi” bir mücadelemiz ve rekabetimiz yok. Bir yandan depremin sahada ürettiği yıkım, acı ve travmalarla uğraşırken, diğer yandan millî güç unsurları üzerinde oluşturduğu etki ve baskılar ile bu etki ve baskıların kimler tarafından ve nasıl istismar edileceğine odaklanmamız gerekiyor. Öte yandan seçim süreci devreye girdi. Siyasi taraflar seçimi kazanmak için ittifaklarını güçlendirmek, geliştirmek ve yeni müttefikler peşinde…
Seçimi kazanmak için her yolun denendiği, hatta mübah görüldüğü ve hiç benzemezlerin bir araya geldiği böylesine etik dışı bir ortam kimileri için maruz görülebilir, meşru kabul edilebilir. Ancak bedellerini hesap etmeden atılan bazı adımlar, sadece siyasi kariyerlere, tutarlılığa ve güvenirliğe değil, devletin bağışıklık sistemine ve geleceğe büyük zararlar verebilir. Büyük tavizlere, devlet krizlerine, kavramsal bunalımlara, fiziki ve manevi travmalara, yıkımlara neden olabilir.
Dışarıda yoğun rekabet ve mücadeleler yaşamış, son derece yüksek gerilim ve baskı üreten Ukrayna Savaşı'nda aktif tarafsızlık ve denge siyaseti üretmeye çalışmış bir ülke olan Türkiye, manipüle edilme riskleri olan, gerilimi son derece yüksek bir seçime hazırlanıyordu.
Bütün bunların üstüne Türkiye tarihinin en ağır depremiyle sarsıldı.
Geçen hafta Azerbaycan'ın en köklü ve en kadim üniversitelerinden biri olan Devlet Neft ve Sanayi Üniversitesi'nin davetlisi olarak Azerbaycan’daydık. Büyük emek harcanarak organize edilmiş; "Çanakkale savaşından Karabağ savaşına: Türk Dünyasının 100. Yılı" konferansındaydık. Çanakkale’den başlayarak Millî Mücadeleye evrilen ve 1923 yılında Cumhuriyetin ilanıyla taçlanan 100 yıllık serüven sadece Türkiye için değil, Azerbaycan için de son derece değerli ve anlamlı.
Çanakkale Savaşı'nda Azerbaycan’dan gelen 3 binden fazla kardeşimiz, Halep’ten, Kerkük’ten, Musul’dan, Balkanlar’dan gelen diğer kardeşlerimizle birlikte Mehmetçiklerimizle koyun koyuna şehit düşmüş. Bununla da kalmamış. "Kardeş Kömeği" adı altında Millî Mücadeleyi büyük bir özveri ve heyecanla destek vermişler. Ruslardan gelen desteğin altında da dolaylı ya da dolaysız büyük rolleri var.
Dünkü yazımı; "Bugün deprem yaşayan şehirlerimizin Millî Güce katkısı yıkıldı, çok zor ama kaldırılabilir. Ancak olası bir İstanbul/Marmara depreminin enkazı kaldırılamayabilir, Millî Güç bileşenleri üzerinde neden olduğu yıkım absorbe edilemeyebilir. O yüzden İstanbul/Marmara bölgesindeki olası yıkımın üreteceği tehdidi ortadan kaldırmak adına bütünleşik çözümlere yönelmek; zor ama akılcı, bilimsel ve jeopolitik bir gerçeklik ve zorunluluk olarak önümüzde duruyor" diyerek bitirmiştim.
Kimileri; "Böylesine bir acı, yıkım ve zorluklarla dolu enkaz kaldırma, yaraları sarma ortamında başka şeyleri düşünmek zorunda mıyız" diyebilirler.
Bu güzel ve değerli ülkenin bir deprem ülkesi olduğunu da her seferinde yaşayarak öğreniyoruz. Kim bilir belki de bu kadar değerli ve güzel olmanın bir bedeli de bu. Bir yandan coğrafi güzelliklere neden olan riskli fay hatları, bir yandan jeopolitik değer üreten kıtaların sıkıştırması. Hakkâri’nin 3 bin metre üzerindeki dağlarında gezerken, bir bilim insanı, "Burası kıtaların buruşturduğu yerdir" demişti. O yüzden burası bir dağ denizi!
Bir diğer yandan tarihimizin en ağır yıkımlarından biriyle karşı karşıya olduğumuzu, bu büyüklükte bir yıkım üreten depremin, aynı savaşlar da olduğu gibi geleceği şekillendirme özelliği olduğunu sanırım hepimiz görebiliyoruz.
Hepimiz farkındayız ve yaşıyoruz. Depremden önce Türkiye’de "millî birlik ve beraberlik adına" son derece tehlikeli bir siyasi kutuplaşma, gerginlik vardı. Ortak acımız bile onları birbirine yakınlaştıramadı. Hatta içlerinde depremi, yaşanan acıyı siyasi söylemlerine, menfaatlerine alet edenler bile çıktı.
Akıl tutulması yaşayan bu karşıtlık, sanırım iflah olması son derece zor siyasi ve sosyolojik bir açmaza karşılık geliyor.
Şuradan başlayalım:
- Uzaydan titanyum çubuklar göndermek