Bütün dünyanın gözü Katar’da. 2022 yılı Dünya Kupası organizasyonunu, Amerika Birleşik Devletleri’nin elinden almıştı Katar. Sonrasında ne mi oldu? FBI yetki alanında olmadığı halde FIFA üyelerine soruşturma yaptı. Tutuklamalar gerçekleştirdi. Ardından ise FIFA başkanı Sepp Blatter istifa etmek zorunda kaldı ve futboldan men cezası aldı.
Müslüman coğrafyada böyle bir organizasyon düzenlenmesinin bedeli ağır olmuştu. Sakın kimse Katarlılar bu işi çok masum aldılar dediğimi düşünmesin. Ancak organizasyonu düzenlemesi için sadece Müslüman ülkeler Katar’a oy vermedi. Fransa gibi Avrupa ülkeleri de vardı. Sonrasında Bein grubun Fransa ligi yayın haklarını alması, PSG’nin yine Katar sermayesi tarafından satın alınmasının elbette konuşulmayan ama malum olan gerekçeleri var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Samsun’da 2023 seçim kampanyasına bambaşka bir boyut getirdi. “2023’te milletimizden kendi adımıza son defa istediğimiz destekten alacağımız güçle Türkiye Yüzyılı’nın inşasına başlayıp, bu kutlu bayrağı gençlerimize teslim edeceğiz” dedi.
Demokrasi tarihimizde belki de ilk defa bir aday, bunun son seçimi olduğunu açıkça deklare ederek oy istiyor. Ülke olarak duygusal bir toplumuz. Son 100 yıllık cumhuriyetimizin beşte birini yöneten bir lidere veda etmek, toplumun büyük bir kesiminde burukluk yaratacaktır. Üstelik bu lider bugüne kadar girdiği her seçimi kazanmış bir liderse.
Günlerdir 6 yaşında bir kız çocuğunun evlendirilmesini konuşuyoruz. İddiaya göre İsmailağa Cemaati’ne bağlı bir vakfın kurucularından biri, 6 yaşındaki çocuğunu 29 yaşında ki biriyle evlendirmiş. Ne hukuken ne dinen açıklaması olacak bir hadise değil. Tam bir akıl tutulması!
İslam inancına göre Kur’an-ı Kerim, kendisinden önce gelen kutsal kitaplar gibi değiştirilmemiş ve değiştirilmesi de mümkün olmayacaktır. Peygamber Efendimize indirilen ilk ayet ise “İkra” yani “oku” dur. İlköğretim din derslerinde hepimizin öğrendiği ise okuma yazma bilmeyen Peygamberimizin, oku emrinden sonra okuma yazma öğrendiğidir.
Günlerdir tanıtımı yapılıyordu. CHP 3 Aralık tarihinde “vizyon belgesi”ni açıklayacaktı. Amerika seyahati sonrası beklentiler belliydi aslında. Ancak bu beklentiler CHP’nin parti kuruluş temellerine aykırı düşer miydi? Asıl soru işareti burada başlıyordu.
Önümüzdeki seçimlerin muhalefet açısından bir ölüm kalım meselesi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Nitekim eğer bu defa da seçim kaybedilirse, Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı makamında bir gün dahi kalması mucize olur.
Avukatlık mesleğine ilk başladığım yıllarda kredi kartı aidatları ve kredi dosya masraflarının iadesi furyası vardı. Herkes yıllarca tıpış tıpış ödediği bu paraları, babalar gibi iade almaya başlamıştı. Bizim gibi genç avukatlar içinde ofisin döngüsünü sağlamak adına güzel bir kapı olmuştu.
Hemen sonrasında bankaların kartel oluşturduğu ve buna ilişkin işlem yapılacağına dair duyumlar almıştım. Önce inanmadım ama sonrasında rekabet kurulu kararıyla 12 bankanın 2007-2011 yılları arasında, kredi faiz oranlarını belirlerken fikir ve eylem birliği ile faiz oranlarını belirledikleri ortaya çıktı.
Yeni yılın yaklaşmasıyla beraber ülke iyice seçim havasına girdi. Muhalefet kanadında seçimin kazanılacağına olan inanç tam. Son birkaç haftadır ise Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, deyim yerindeyse vitesi arttırdı.
AK Parti heyetinin HDP ziyareti, Ahmet Kaya çıkışı, Akşener'e çağrı derken, Cumhur İttifakı'nda hareketli haftalar yaşadık.
Katar, 2022 Dünya Kupasına ev sahipliği yapıyor. Benim gibi milyonlarca futbolseverin gözü gün içinde dahi bir işte, bir maçta.
Özellikle erkek çocuklarının futbolla ilk tanışması Dünya Kupası ile olur. Benim için Fransa 98 tam bir efsaneydi. “Almanlar turnuva takımıdır” klişesini öğrendiğimde henüz 7 yaşındaydım.
20 Mart 1993 yılında Abdullah Öcalan dünya basınından da pek çok ismi çağırıp ateşkes ilan etmişti. 15 Nisan 1993 tarihinde bu ateşkesi iki ay daha uzattığını açıkladı. Askeri vesayetin en güçlü olduğu dönemlerdi ama Özal’ın cesur çıkışlarıyla hem terör hem de Kürt sorununa bir çözüm getirilebilirdi. Ancak ateşkesin uzamasından iki gün sonra Cumhurbaşkanı Turgut Özal öldü. Yıllar sonra mezarı açılıp otopsi yapılınca, "Vücutta zehir var ama öldürecek oranda değil" dediler. Yani öldürmeyen zehir üretiyordu “karanlık eller”!
Özal’ın ölümüne rağmen terör örgütünün ateşkesi devam etti. Ateşkes süresi içerisinde de bir anda örgütün o dönemki iki numarası, “Parmaksız Zeki” yani Şemdin Sakık, 33 tane silahsız erimizi kalleşçe şehit etti. Üstelik “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’ın çok aktif olduğu ve deyim yerindeyse onun bilgisi olmadan kuş uçmadığı bir yerde. Abdullah Öcalan, bu hain saldırının ardından, Şemdin Sakık’ı öldürmesi için örgüt üyelerine talimat verirken, yıllar sonra Şemdin Sakık, Ergenekon mahkemelerinde hem sanık hem de tanık oldu.
İnsan yaşamında kırılma anları vardır. Öyle bir andır ki, o olayın olması veya olmaması hayatı iki ayrı parçaya ayırır.
Siyasi tarihimizde de bu tür kırılma anları var. Ortalama her 10 yılımız bu anlarda verilen kararlar ile bambaşka noktalara evrildi ve tüm toplumumuzun yaşamı etkilendi.
Pazar günü yine alçakça, haince bir saldırıya uğradık. Beşiktaş maçının hemen öncesinde, kalabalığın normalden çok daha fazla olduğu bir saatte. Daha çok insanımızı yok edip, daha çok korku salmak istiyorlar.
Üstelik son dönemde en önemli gelir kaynağımız olan turizmi baltalamayı da amaçlıyorlar. İstanbul’un kalbinden vuruyorlar. Hainler, şerefsizler.
Dün Twitter tt listesine baktığımda genel af etiketinin trend topic olduğunu gördüm. Bot hesaplarla sürekli tt yapılan bir ülke haline döndüğümüz için ilk etapta pek ciddiye almadım. Ancak atılan tweetleri görünce bir kez daha toplumda büyük bir kesimin genel af beklentisinin olduğu çok net anlaşılıyordu.
Bunun üzerine telefonu elime aldığım gibi Adalet Bakanlığı’nda üst düzey yetkili olan bir arkadaşımı aradım. Lafı evirip çevirip konuya getirdim. Haberler umut verici.
İnsanlık tarihinin alnına kara leke olarak kazınmış en büyük savaş 2. Dünya Savaşı'dır. Bu savaşın altında nice çeşitli olaylar ve olgular vardır. Ancak egemen güçler ne planlasalar halktan karşılık bulmadığı sürece sonuç elde edemezler. Bu mantıktan hareketle, İtalya’da faşist Mussolini, Almanya’da faşizmden sadece ince bir iplikle ayrılabilecek kadar benzer nasyonel sosyalizmle Hitler, halk desteğiyle iktidara gelip, dünyayı kan gölüne çevirdiler.
Dünya demokrasilerinde kullanılmak için dahi modası geçmiş faşizm, ülkemizde her 10 yılda bir hortluyor. 7 Haziran 2015 seçimlerinde, HDP tarafından yalnız bırakılan AK Parti, 1 Kasım’da tek başına iktidar olunca HDP’ye tamamen sırtını döndü. Çözüm süreci boyunca müthiş bir demokratik olgunluk yaşadığımız süreç son buldu. Geldiğimiz noktada ise AK Parti ve HDP arasında olan bu siyasi kavga, diğer siyasi partilere çok farklı sirayet etti.
Son yıllarda ülkece mutabık kaldığımız bir konu yok. Kutuplaşma çok. Kimin haklı kimin haksız olduğundan bağımsız; rengi, dili, ideolojisi olmadan herkesi bir çatıda toplamak çok anlamlı bir olay. Bunu şu anda, henüz 2005 doğumlu, 17 yaşında bir çocuk öyle güzel başarıyor ki bu mutluluk düşman çatlatır!
Taraflı tarafsız herkes Arda Güler neden oynamıyor sorusunu soruyor. Fiziği zayıf diyenler bile tamam ama neredeyse hiç süre almaz mı diyor. İşin güzel yanı ise Arda Güler’den bir tane sitem eden cümle duymuyoruz. Adaletsizlik yapılıyor bana diye isyan etmiyor. Çalışıyor, gülümsüyor, süre verilince golünü atıyor ve sabırla bekliyor. Bu sabrın altında ise çok derin bir özgüven yatıyor. O da biliyor ki hiç kimse Arda Güler’in bir dünya yıldızı olmasını engelleyemeyecek!
Ukrayna - Rusya arasında geçen savaşta, dünyada hiçbir ülkenin yapamadığı diplomatik başarıları sağladık.
Şimdi ise İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya giriş talebi gündemde. Yıllar önce Yunanistan’ın NATO’ya girişine onay verdik ama belki de onların karşı olması sebebiyle Avrupa Birliği’ne giremiyoruz. Bugün bu hatanın yapılmadığı çok açık. Türkiye, masadan bir şeyler almadan İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girişine onay vermeyecek. Diklenmeyeceğiz ama dik duracağız ilkesi bir kez daha kazandırıyor anlayacağınız.
90’lı yılların başında, bu cinayetlerin sıklıkla yaşandığı toparkalda doğmuş biri olarak bu olayların gölgesinde çocukluğum geçti.
Her evde, her kahvede bu cinayetleri kimin işlediğini herkes bilirdi. Ancak failleri dillendirmeye kimsenin cesareti yoktu. Bu yüzden hep bu cinayetlerden bahsederken faili meşhur tabirini kullandım.