Buna göre eğlence mekanlarının bulundukları bölgeler çok hassas, hassas ve az hassas kullanım alanı olmak üzere üçe ayrıldı.
Konut, hastane, çocuk ve yaşlı bakım evleri, öğrenci yurtları gibi yerler çok hassas yerler olarak belirlendi. Bu yerlere yakın olan yerlere eğlence mekanı açılamayacağı, var olan eğlence mekanlarının da kapatılacağı düzenlendi.
Sürekli olarak terör örgütü mensubu kişileri belediyeye dolduracak iddialarına karşı sakin ve özgüvenli duruşu seçmeni etkiledi. 31 Mart seçimlerinin tekrar edilmesiyle İstanbul’un Belediye Başkanı olmasının yanında artık bir lider de olmuş oldu. O artık doğal cumhurbaşkanı adayıydı. Çünkü mevcut Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan da aynı yolu yürümüştü. Üstelik 31 Mart seçimleri Ak Parti’nin öncülüğü ile tekrar edilmişti. Yani bir bakıma Ak Parti rakip liderini kendi elleriyle doğurmuştu. Tıpkı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İBB Başkanı iken sadece şiir okuduğu için cezaevine sokularak rakiplerinin hatalarıyla doğal lider haline gelmesi gibi.
Uzun zamandır millet ittifakının cumhurbaşkanı adayı tartışılıyordu. Kemal Kılıçdaroğlu medya önünde açıkça millet ittifakının adayı olmak istediğini deklare etti. İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın ise belediye başkanlıklarında daha görev yapmaları gerektiğini belirterek önlerini kesmişti. Meral Akşener’in kamuoyu önündeki açık destekleriyle şansını arttıran İmamoğlu, İBB’deki teftişin kamuoyuna açıklanış şeklini ve soruşturmanın ilerleyişini görünce deyim yerindeyse zil takıp oynamıştır.
Son şok ise tesettürlü bir kadınla olan diyaloğuydu. Bu sefer siretiyle suretinin nasıl farklı olduğu çırılçıplak ortadaydı.
Dün ise İdare Mahkemesi, Bolu Belediyesi’nin sığınmacılarla ilgili uygulamak istediği ayrımcı kararlara karşı yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bu ülkede her şeye rağmen hukuk işlemeye devam ederse bu nazi artığı siyaset aklıyla çok daha güçlü mücadele edilebileceğini gösterdi bu karar bize.
Öncelikle kestane balının diyarı Zonguldak’tan herkese selam olsun.
Beyaz Saray basıldı.
Dün yine adaletin geç tecelli ettiği ama anlamı çok büyük bir karar verildi. 3 Temmuz şike kumpası sonucu cezaevine giren Aziz Yıldırım, Şekip Mosturoğlu, İlhan Ekşioğlu ve diğer tüm sanıkların beraat etmiş olduğu ilk derece mahkemesi kararı Yargıtay 5. Ceza Dairesi tarafından onandı. Artık karara sadece Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca itiraz edilebilir ama zaten beraat talep eden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından böyle bir itiraz gelmesi pek de mümkün görünmüyor. Yani artık tamamen kesinleşmiş bir yargı kararı ile Fenerbahçe’ye kumpas kurulduğu, Aziz Yıldırım ve arkadaşlarını haksız yere cezaevine attıkları tescillendi. 3 Temmuz 2011 ülkemiz için çok büyük önem arz ediyor. Bana kalırsa 15 Temmuz 2016 hain darbe girişimine giden sürecin ilk ateşi 3 Temmuz ile yakılmıştı. Aziz Yıldırım gerçekten bu anlamda çok büyük önem taşıyan bir isim. Çünkü daha o yıllarda bu ülkede sivil darbe yapmaya çalışıyorlar dedi. Vatan elden gidiyor dedi. O günler onu anlayamamak önce 7 Şubat Mit Müsteşarlığı krizini, 17-25 Aralık operasyonlarını ve son olarak da 15 Temmuz’u getirdi. Aziz Yıldırım yalnızca Türkiye için değil, UEFA için de yorumda bulunmuştu: “UEFA çatırdayacak”. Keza dönemin UEFA Başkanı Platini, yolsuzluklar sebebiyle görevini devam ettiremediği gibi, cezaevinden zor kurtuldu. Bugün o günler hakkında kolayca yorum yapabiliyoruz. Ancak o süreçte Türkiye’nin önemli bir kesimi ve medyanın çok büyük bir bölümü cezaevinde olan kumpas mağdurlarına yükleniyordu. O yıllarda medya tarafsız kalmayarak sınıfta kaldı. Üstelik sadece cezaevindekileri değil, onların ailelerini, çocuklarını düşünen de neredeyse hiç olmadı. Masumiyet Karinesi kavramını spor medyasına kazandıran Ertem Şener gibi isimler ise yoğun baskı altına alınıp, reality show programı yapmaya itilmişti. Yazık, gerçekten çok yazık… Üstelik bu kumpasın mağduriyetini hala yaşayanlar var. Örneğin; Ümit Karan hala beraat kararları kesinleşmemiş olduğu için teknik adamlık lisansını alamıyordu. Yani adaletin gelmiş olması önemli peki bunca insanın kaybetmiş olduğu yıllar? Aziz Yıldırım’ın ne büyük ve onurlu bir savaş verdiğini ve öngörülerini yukarıda çok açık yazdım. Ancak bugün o da geriye dönüp baktığında kendisine bu kumpası kuran savcıları dibinde olduğu halde görememesinden dolayı kendine kızıyordur. Geçtiğimiz hafta Var Odası programında defalarca dile getirdim. Fenerbahçe’nin içine çöreklenmiş bir Paralel Fenerbahçe Yapılanması var. Tabi ki de bu paralel yapılanma 3 Temmuz kumpasını gerçekleştirenler gibi komplike değil. Ancak en az onlar kadar sinsi oldukları kesin. Bugün Fenerbahçe yönetimini zor durumda bırakan bu yapılanma, yaptığının suç olduğunu çok iyi biliyor. Onların bir planı var ama eğer Ali Koç gerçeğin bir an önce farkına varırsa hem Fenerbahçe çok büyük bir kumpastan küçük sıyırıklarla kurtulacak hem de bu Paralel Fenerbahçe Yapılanmasının üyeleri cezaevini boylayacak. Cehennemde yaşamayı çok seven bu kumpasçıları girdikleri fare deliklerine kadar bulup çıkarmak bir hukukçu ve spor yazarı olarak boynumun borcudur!
Araya başkaları giriyor ama hala hızını alamıyor! Normal şartlar altında bu tür ağır suçluların teşhir edilmesi gerektiğine inanan biriyim ama bu şahsın soyadını bulamadığım için yazamadım ve bu sebeple değerli okurlarımdan özür diliyorum.
Aksaray İl Milli Eğitim Müdürlüğü konuya ilişkin derhal müfettiş görevlendirdi. İdari anlamda bir yaptırım olacak ve görünen o ki bu cani bir daha öğretmenlik yapamayacak. Öte yandan Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonrası “Beden ve Ruh Bakımından Kendisini Savunamayacak Durumda Bulunan Kişiye Karşı Kamu Görevlisinin Sahip Bulunduğu Nüfuzu Kötüye Kullanmak Suretiyle Basit Yaralama Suçundan” iddianame düzenlendi.
2008 dünya ekonomik krizi, 2010’lı yıllara gelince de 3 Temmuz şike operasyonu, gezi parkı, 17-25 Aralık darbesi girişimi, 15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL dönemi, Suriye krizi ve göçmen sorunu derken ülkedeki siyasi karışıklıklar arttıkça güvenlik politikaları öne çıktı. Döviz kuru ise adım adım yukarıya doğru tırmanışa geçmişti. Halk arasında Euro 10 lira olacak geyikleri dönerken, 2021 yılında Euro’nun 10 lirayı bulduğunu gördük.
Euro’nun 10 lirayı geçmesi bir psikolojik sınırdı. Döviz kurunda bu defa çok daha büyük yukarı yönlü eğilim görmeye başladık. Dört ay içerisinde döviz kuru yüzde yüz arttı. Dün sabah öğlen saatlerinde ise Euro 20 lirayı aşmıştı. Tedbir üzerine tedbir açıklanıyordu ama nafile. Ta ki dün geceye kadar.
Ben de biraz araştırdım, kimdir bu Hasan Can Kaya? Hikayesini öğrenince de hiç şaşırmadım. Yine yoksullukla başlayan ve ağır mücadele kokan bir yaşam. Kendi deyimiyle “yarı zamanlı olarak bir tutkunun peşinden koşmayıp” risk almış ve bugün şöhret ile parayı birlikte yakalamış. Hem eğleniyor hem kazanıyor.
Geçen hafta Hasan Can Kaya’nın videosunu paylaşan Nihat Genç ise seyirciye mazoşist, Hasan Can’a zıpır diyerek olaya sert bir dalış yapıyor. Trajikomik diye bir kelime var. Bu durumu çok güzel açıklıyor. Hani bazen güler misin ağlar mısın bilemezsin ya tam bu durum işte. Yahu bu Nihat Genç denen adam küfre yakın içerikli ve nezaket dışı yazılarıyla kariyer yapmaya çalışıyor. Sonra gelip özel bir platformda yayınlanan bir şov programında küfürlü espriler yapan birine laf söylüyor! Ama net söyleyeyim hata Hasan Can’da. Muhatap alıp arayınca olay bambaşka bir noktaya geldi işte. Tebrik ediyorum Hasan Can. Sokağa çıksa her 1000 kişiden 0.5’inin dahi tanımayacağı Nihat Genç’in adını artık izleyicin biliyor!
Çünkü hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de hükümetin ekonomi kurmayları, Ak Parti iktidarı döneminde süregelmiş yirmi yıllık politikanın çok dışında bir duruş sergiliyor. Yüksek faize karşı “Ekonomik Kurtuluş Savaşı” olarak tanımlanan bu süreçte hedef; ihracatı arttırıp, istihdam yaratmak. Böylece yabancı sermayenin parası Türkiye’ye kendiliğinden gelecek ve iç piyasada fazlalaşan döviz kuru düşüş eğilimi gösterecek. Aslında iddia edilen reçete çok basit. Üret, dışarı sat. Bir şey ne kadar fazlaysa o kadar değersizdir. Yurt dışına ne kadar çok satış yaparsak ülkeye o kadar döviz girer ve döviz kuru düşer!
Bu cümleler kağıt üzerinde kulağa hoş gibi geliyor ancak aslında çok uzun süreçler gerektiren ve bir devlet politikası ile desteklenirse olabilecek şeyler. Çok üretim, dolaylı olarak ucuz işgücü demek. Rol model olarak aldığımız ülke olan Çin’de 656 milyon köy nüfusu olduğunu unutmamak gerek. Bunun yanı sıra üretim üç beş ayda olabilecek bir şey değil. Yepyeni fabrikalar kurulacak, dış pazarda alıcılar bulunacak. Gelişen teknolojilere ayak uydurulması, ar-ge çalışmaları derken bugün başladığınız politikanın Türkiye’de oturması tam yirmi yıl demek.
Feyzioğlu ilk olarak 2014 yılında Danıştay’ın 146. yıldönümü törenlerinde yaptığı konuşmayla büyük ses getirmişti. Van depremzedelerinin yaşadığı sorunlardan, gezi sürecinden, basın özgürlüğüne gelen kısıtlamalardan ve yine o dönem gerçekleşen 1 Mayıs gösterilerinde meydana gelen polis şiddetinden bahsedip, sözlerini “Vicdanlarınız kanamıyor mu?” sorusunu sorarak bitirdi. Bu konuşmanın ardından Başbakan Erdoğan çok sinirlenmiş, Feyzioğlu konuşmasını yaparken sözlü müdahalede bulunmuştu. Bununla da yetinmeyip konuya ilişkin açıklamalar yapıp, yargının siyasete karışmaması gerektiğini söyleyerek Feyzioğlu’nun siyaset yapmayı çok istediği takdirde cübbesini çıkarıp siyasete atılmasını telkin etmişti.
Bu sözlerin üzerine 2012’de CHP’de parti meclisi üyeliği de yapmış olan Feyzioğlu, siyaseti bırakmasa da adeta taraf değiştirdi. Basına da yanlış bir anlaşılma olduğunu, hükümetle aralarında bu anlaşmazlığı halledip tatlıya bağladıklarını belirtti. Bu noktadan sonra Feyzioğlu’nun rotası hep hükümete doğruydu.
Samuray kılıcıyla canı sıkılınca sokakta kadın öldüren bir katille Ekim ayını atlatırken, Kasım ayında Emrah Yılmaz isimli bir kişinin metroda iki kadına saldırmasıyla ayağa kalktık. Ülke olarak bir türlü kadına şiddet ve kadın cinayetleri mevzusunda yol alamıyoruz derken dün Anayasa Mahkemesi çok önemli bir karar aldı. Bu karar reform niteliğinde.
Anayasa Mahkemesi başvurucunun açık kimlik bilgisinin paylaşılmasını yasakladığı için başvurucuyu T.A. olarak isimlendireceğim. T.A. yaptığı başvuruda özetle; kızı S.E.’nin boşandığı eşi V.A tarafından sürekli şiddet gördüğünü, tehdit edildiğini, bu eylemlerin durması için birden fazla kez koruma ve uzaklaştırma kararı aldığını, koruma kararı altındayken tehditlerin devam ettiğini ve koruma kararının bittiği günün ertesi gününde V.A. tarafından öldürüldüğünü belirtmiştir. Yapılan yargılama sonucunda V.A., cinayeti tasarlayarak işlemediği gerekçesiyle müebbet hapis cezası yerine 25 yıl ceza almıştır. Bunun üzerine başvurucu T.A. kızını ölüme götüren süreçte kolluk görevlileri ile aile içi şiddeti önlemek için görevli olan kamu görevlilerinin ihmalde bulundukları ve yine ilgili Cumhuriyet Savcılıkları ve kararı veren mahkeme üyelerinin eylemin karşılığına uygun ceza vermediği gerekçesiyle, gerekli hukuki yolları tükettikten sonra, yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunmuştur.
Savcı tutukluluk halinin devamını talep etti. Herkes bir ümit mahkeme heyeti ne karar verecek diye bekledi ancak ne yazık ki Osman Kavala’nın tutukluluk halinin devamına karar verildi.
Peki Kavala’nın tahliye edilmesi neden önemli? Yarın Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplanıyor. Masadaki dosyalardan bir tanesi de Osman Kavala dosyası. 1 Kasım 2017 yılında Gezi Parkı olayları sebebiyle tutuklanmıştı Kavala. Gezi Parkı davası devam ederken bir yandan da hakkında 15 Temmuz darbe girişimi sebebiyle anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlamasıyla ayrı bir soruşturma yürütülüyordu. Bu soruşturma sebebiyle tutukluluğuna karar verilmişse de, 11 Ekim 2019 tarihinde tahliye edildi fakat Gezi Parkı davasında hakkında tutuklama kararı cari olduğu için serbest bırakılmadı.
Fırsatını bulsa iki kişiyi öldürecek. O kadar kendinden geçmiş bir cani. Aynı gece ise bu saldırgan yakalandı.
Soruşturmasını ve ifadesini alan kim diye merak ettim. Bir hukukçu olduğum için de bulmam uzun sürmedi. Mesleğin içinde olanlar bilir, kadın hukukçular genel itibariyle hakimlik mesleğini tercih ederler. Fakat ilahi adalet bu ya işte. İki kadına metronun ortasında yüzlerce kişi önünde saldıran bu herifin soruşturmasını bir kadın savcımız yapmış. Tutukluluğunu talep etmiş. İşte o anda Emrah Yılmaz isimli bu caninin içine düştüğü ruh halini çok merak ediyorum. Çok değil bir gün önce kendini bu dünyanın kralı sanıyordu. Elinde bıçakla iki kadına saldırıp, yüzlerce kişiye racon kesiyordu. Bir gün sonra ise ona adaleti bildiren yine bir kadın. Bakın muhtemelen yaşanmış anları size tasvir edeyim. Bu alçak adam, savcı hanımın karşısında ayakta iki elini birbirine bağlayıp, yüzsüzce kendini acındırmaya çalışmıştır. Pişmanım demiştir. Tabiri caizse aslandı ya o hani, kedi olmuştur. Hayat bu işte. Bazen ettiğinin karşılığını bulmak 24 saati bile geçmez…
Benden hemen önce İçişleri Bakanlığı’ndan geldiklerini ve Cem Evi’nin eksikliklerini tespit ettiklerini söyledi. Şüphesiz ki çok güzel hamleler bunlar ama biraz daha sohbet ettiğimizde tüm Alevi toplumunun gözünün ay sonuna çevrildiğini öğrendim. 30 Kasım - 2 Aralık tarihleri arasında Avrupa Komitesi Bakanlar Kurulu toplanıyor. Neden mi Ardahan’da ki bir alevi dedesinin gözü bile bu toplantıda? Çünkü gündem Türkiye.
Geçtiğimiz cumartesi günü Sedat Ergin Hürriyet’te ki köşesinde Avrupa Konseyi’nin gündeminde olan AHİM kararlarını detaylı olarak yazmış. Buna göre masada ki denetlenecek davalar: “Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı/Türkiye Davası”, ile “Hasan ve Eylem Zengin/Türkiye Davası” kararları. 2019’da Avrupa Konseyi bu kararların uygulanması için hali hazırda bir dizi kararlar almıştı. Şimdi ise ne aşamada bunlar kontrol edilecek. Ama her iki davanın da Alevi vatandaşlarımızın mağduriyetlerine yönelik davalar olduğunu belirtmek gerek. Avrupa Konseyi’nin Bakanlar Komitesi AHİM’in vermiş olduğu kararların denetimini yapıyor. Yılda dört kez toplanan bu kurul, AHİM kararlarına uymayan devletleri yaptırıma bağlıyor. Buna göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne üyeliği askıya alma veya üyelikten çıkarmak seçenekler arasında.
Geçtiğimiz pazartesi okuduğum bir yazı üzerine çok ciddi bir şok yaşadım. Akşam gazetesi yazarı Hüseyin Besli köşesinde Alevi olan çocuklara yalancı, hem Alevi hem Kürt çocuklarına “çifte kavrulmuş yalancı” diyor, bu yalancılığı ebeveynlerinin öğrettiğini söyleyip, Alevi ve Kürt olanların bu adetinin zamanla karakterleri olduğunu söylemekten de geri durmuyor. Yazıyı okuyunca kanım dondu. Hüseyin Besli ile gerçekten aynı toprakların ekmeğini yediğimizden şüphe duydum. Zira Anadolu toprağının ekmeğini yiyen bir ağızdan bu laflar çıkmaz. Adeta bir Nazi subayının Yahudilere söyleminden farksızdı bu ifadeler. Yazının başlığı bir pop şarkıcısı Emre Altuğ’un sevip ayrıldığı bir kıza sitemi. Benimse aynı ülkede yaşadığım ve milletvekilliği yapmış bir köşe yazarının görüşlerini okuduğumda hissettiklerim…
Kendince muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nu eleştirmeye çalışmış Hüseyin Besli. Tamam ama arkadaş seni ne ilgilendirir Kılıçdaroğlu’nun etnik kökeni? Gerçekten etnik kökeni ve dini inancı üzerinden mi eleştiri yapacak durumdasın.