Arkadaşım dedi ki, "Yaa Ayça niye birşey demedin? Neden bu kadar naifsin ya!"
Dedim "Önce o eli bi indir!.."Demedim öyle tabi, der miyim...Deseydim bana naif demezdi zaten.
"Kendinle ne kadar barışıksın..." Bu lafı şu fakire söyleyen bir milyonuncu kişiye inci tanesi incisi veriyorum. Tek yapmanız gereken sosyal medyamda bir postun altına yorum bırakip 1550 adet arkadasinızi etikegjhggjjgfhj...
Tamam, sakin panik yok. Kimseye bunu yapmam, siz de kendinize yaptırmayın. Neyse kendimle barışıkolduğum söyleniyor. Kim çikarıyor bu lafları kuzum kim? Kendimle barışmayıp ne yapacaktım? Sonuçta yüz yüze bakıyoruz. Yılların hatrı var.
Size biraz 'zaman' ve 'hasret' kavramlarından bahsedeceğim; çünkü bu kavramlardan hiç hoşlanmam. Fakat hoşlanmadığım şeylerden bahsetmekten hoşlanırım.
Çünkü hoşlandığım şeylerden bahsedersem o zaman onlara sahip olamadığım aklıma gelir ve işte bundan hiç hoşlanmam.
Mübarek Ramazan-ı Şerif'i kucakladığımız günlere girdik. Bu kez anne kız idrak ediyoruz bu ayı.
“Yatarken dua edeyim" dedi küçük hanım
Popüler kültürün en çok prim yapan hadiselerinden biri anne olmaksa, diğeri de "kadın" olmak...
Yeni asrın kadını mutlaka kendi ayakları üzerinde dursun, iyi eğitim alsın, plazaların bilmem kaçıncı katında çok havalı bir işi olsun.
Bugün benim 38'inci doğum günüm. Yaşımı soranlara tek nefeste yutkunmadan, duraksamadan söyleyebileceğim son yaşların habercisi...
1986'nın karlı, ama çok karlı bir gününde, istenmeyen bir gebelikten mükemmel bir insanın ortaya çıkabileceğini 81 il ve vilayete göstermek üzere 41 pare top atışıyla dünyaya gelmişim; ya da öyle olsun isterdim...
Koşulsuz sevildiğim sıcak ana kucağından ayrılıp, ellere karıştığımda, dünyanın geri kalanının sevgi kırıntısına bile muhtaç olduğunu görüp şaşırdım, bir yaşıma daha girdim.
İnsanın insana, insanın hayvana, insanın toprağa ettiği karşısında hayrete düşüp, bir yaşıma daha girdim.
On'lu yaşlarım ve sesim ortalama bir solistin bir kaç tık üstünde ..
Kocaman bademciklerim sesime viski ve puro karizması veriyor. Silifke'nin yoğurdunu söylesem, oluyor sana Makber... Müzik öğretmenim bu yüzden beni çok seviyor.
Beş delik vardı karnımda 11 sene önceden... Dört tane daha geldi, oldu dokuz...
Dokuz deliğe birer düğme, her düğmeye bir ilik... Bana yeni bir gömlek biçiliyor. Sanırım bu, hayatın 'uslan artık' deme biçimi.
Geçen gün ne mi oldu? "Okatan" olan soyadımı artık "Soyer" olan aile soyadımla değiştirdim...
Mayaladığım yoğurdun son yoğurt olduğunu bilmeden, güzelim yemek takımımı bozmak pahasına,
Yemeyip yedirdiğiniz, giymeyip giydirdiğiniz, nar tanesi, nur tanesi, anacığınin bir tanesi bebeğinizi hevesle süslüyorsunuz.
Bir hafta sonra olmayacak, o karpuz kollu elbiseyi, o ponçikli ayakkabıyi, kocanızin veresiye veren esnaf bakışlari pahasına alıyorsunuz.
İhtiyar dünyamızın en popüler ve her nasılsa en antipatik şu günü, muhafazakâr kesim tarafından zinaya teşvik ettiği gerekçesiyle boykot edilir,
Sevgilisi olmayan kesim tarafından depresyona teşvik ettiği gerekçesiyle boykot edilir,
Size biraz 'zaman' ve 'hasret' kavramlarından bahsedeceğim; çünkü bu kavramlardan hiç hoşlanmam. Fakat hoşlanmadığım şeylerden bahsetmekten hoşlanırım. Çünkü hoşlandığım şeylerden bahsedersem o zaman onlara sahip olamadığım aklıma gelir ve işte bundan hiç hoşlanmam.
Şimdi misal hayattaki en hoş şey olan kızımdan birkaç gündür ayrıyım. İşte tam burada hasret devreye girip mikrofonu kaptığı gibi “Kirpiğin kaşına değdiği zaman, bekletme sevdiğim vur beni beni” türküsünü çığırmaya başlıyor. Olaylar çirkinleşince annem çareyi ağzıma selpak tıkamakta buluyor.
Birkaç dakika içinde koca koca şehirler yerle bir oldu. Binlerce insan için her şey "bitti", hayat gailesi nihayet buldu, bir dakika sonrası olmadı. Okunacak kitaplar, aileyle yenecek yemekler, kutlanacak doğum günü, sevilene söylenmemiş sözler dilde kaldı.
“Küçük acılar konuşabilir ama büyük acılar dilsizdir” der Seneca... Böylesi büyük bir acıyı yaşayıp da pek fazla konuşabileni görmedim.
“Bu hayatın heyecanı meyecanı yooook!” depresyoncuları merhaba... Kimsenin derdini küçümsemek değil gayem... Derdinizden öperim o ayrı; fakat bu konuda mütevazi olamayacağım...
Depresyonun majörü, müzmini, kroniği, mentollüsü, kepeklisi her türüne karşı şerbetli bir bünye olarak lafımın yabana atılması beni üzer...