İki hafta kadar önce Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi’nde düzenlenen Türk Dünyası Sempozyumu'na katıldım ve “Türk’ün Büyük Ülküsü; Denizcilik” başlıklı bir konferans verdim. Daha sonra Tunceli’ye ve oradan da Elazığ’a geçerek çeşitli konferanslar, söyleşiler yaptım, yerel TV programlarına katıldım.
Bu arada bölgeyi gezme, bölgenin tarihi ve kültürel birikimi hakkında ilk ağızdan bilgiler alma fırsatım oldu. Özellikle çocukluğumda babamın Tunceli’nin Hozat ve Mazgirt ilçelerinde yaptığı kaymakamlık dönemlerindeki hatırlarım tazelendi.
Daha önce yani Ekim ayının hemen başında yazdığım yazıda Rusya’nın Eylül ayı son haftasında yaptığı referandumların ve aldığı sözde ilhak kararlarının ne anlama geldiğini anlatmış ve “tahıl koridoru da artık hikâye olacaktır” demiştim. Ve 29 Ekim 2022 günü Rusya Tahıl Koridoru Anlaşmasını askıya aldığını yani anlaşmadan çekildiğini açıkladı.
Savaş sona erene kadar da artık anlaşmanın tekrar hayata geçmesinin oldukça zor olduğu görünmektedir. Esasen artık Rusya ve Ukrayna arasında müzakere ortamı her iki tarafın da tavrı ve aldığı kararlar nedeniyle kalmamıştır.
Hep söylediğimiz gibi, FETÖ Türkiye’nin en önemli beka ve güvenlik sorunudur. Devlet FETÖ’den arındırılmadıkça devletimizin geleceği; üniversiteler FETÖ’den arındırılmadıkça Türk Milleti’nin geleceği tehlikededir.
Bu arınma için de FETÖ denilen bu hain yapıyla topyekûn mücadele ruhu, kararlılığı, mekanizması ve yöntemleri oluşturulmalıdır.
Öncelikle şunu açıklıkla söylemek lazımdır: Türkiye’de FETÖ ile mücadele eden Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM), MİT ve vatanperver cesur savcılarımızdır. EGM, MİT ve savcılarımıza şükran borçluyuz. Onlar da olmasa FETÖ'yle mücadele maalesef hiç olmayacaktır.
Onlar da mücadelelerini ancak “ankesörlü telefon, bylock ve itirafçı ifadeleri” temelinde yapabilmektedir. Yani FETÖ mensubu biri hakkında ankesör araması, bylock ya da itirafçı ifadesi yoksa neredeyse hiç işlem başlatamamaktadırlar. Çünkü Terörle Mücadele Kanunu (TMK) müsait değildir.
Bugün size “Doğu Akdeniz Jeopolitik Satranç Tahtasında” Türkiye’nin haklarının güçlendirilmesi ve KKTC’nin tanınması ve refahının artırılmasına yönelik yüzlerce kez karşılıklı simülasyonlar yaparak, ortaya çıkardığımız altı hamleli stratejimizi anlatmak istiyorum.
BİRİNCİ STRATEJİK HAMLE; TÜRKİYE’NİN DOĞU AKDENİZ’DE MEB İLAN ETMESİ
Son zamanlarda medyada tartışılan karasuları sorununun tarihçesini Lozan Barış Antlaşması’ndan başlayarak kısaca hatırlatmak istiyorum.
Lozan Barış Antlaşması’nda karasularının genişliği konusunda somut bir hüküm bulunmamakla beraber, antlaşmanın 6. Maddesi'nin 2. Fıkrası ve 12. Maddesi'nin son cümlesi ile akit devletlerin o zamanki uygulamaları ve konferanstaki tutumlarından, karasularının 3 mil genişlikte olması gerektiği hareket ettikleri bilinmektedir.
Sadece son bir yıl içerisinde etrafımızda yaşanan gelişmeler bile Türkiye’nin, Yunanistan marifetiyle kuşatıldığını ve âdeta ateş çemberi içerisine alındığını gözler önüne sermektedir.
ABD, çevremizde kurduğu askerî üs ve tesisleri ile ülkemiz üzerindeki jeopolitik mengenesini sıkılaştırmaktadır. Özellikle Yunanistan, sahip olduğu tüm coğrafi ve askerî imkânları ABD ve Fransa’ya cömertçe sunmakta ve hatta gelin üs kurun diye ısrarcı tekliflerde bulunmaktadır.
2009’da yazmaya başladığım “Libya ile Türkiye’nin karşılıklı kıyılarının olduğu ve deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması imzalamalarının siyasi, ekonomik, hukuki ve güvenlik boyutları açısından her iki devletin de faydasına olduğu”na dair bilimsel makalemle başlayan süreç, 10 yıllık meşakkatli bir mücadeleden sonra 27 Kasım 2019’de "Libya-Türkiye Deniz Yetki Alanları Sınırlandırmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası (Antlaşması)"nın imzalanması ile sonuçlanmıştı.
18 yıllık ilmek ilmek çizmiş olduğum Mavi Vatan haritasına uygun şekilde belirlenen Türk ve Libya Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırı her iki devletin de faydasına olmuştur.
Bir durumu, bir olguyu sorun olarak tanımlamadan önce çok dikkatli düşünmek ve değerlendirmek gerekir. Şöyle ki; sorun genellikle bir şeyin paylaşılamamasından, bir konuda çözülemeyen hak iddiasından ya da tarafların birbirinden taleplerde bulunmasından kaynaklanır.
Eğer ortada sorun olarak tanımlanan bir durum varsa, insan beyni ve devlet aklı da ‘sorun var, çözülmesi lazım’ şeklinde tetiklenir ve bu tetiklenme neticesinde sorunun nasıl çözüleceği konusunda değerlendirmeler, analizler ve hesaplamalar, yani; muhakemeler yapılır ve masaya oturularak karşılıklı müzakerelerle sorun çözülmeye, anlaşılmaya ve bir uzlaşıya varılmaya çalışılır. Masada çözülemeyen sorun ya mahkemede ya da savaş alanında çözülür. Yani, sorunun çözümü için masaya oturduğunuzda amaç; yapılacak pazarlıklar neticesinde sizin ve karşı tarafın talepleri arasında bir uzlaşıya varmaktır. Bu uzlaşı neticesinde herkes talepleri bakımından makul seviyede tatmin olur. Yani taraflardan birisi alan, diğeri veren olmaz.
Ukrayna’nın doğusunda yer alan Donetsk, Luhansk, Herson ve Zaporijya’ da geçen hafta Cumartesi, Pazar, Pazartesi ve Salı günü dört gün boyunca devam eden Rusya'nın işgal ettiği topraklarda sözde bir referandum yapılmış ve enteresan bir şekilde yüzde 98’e varan oranla Rusya’ya katılma kararı lehinde sonuç alınmıştır.
Rusya'nın tarihsel işgal ve ilhak senaryosu oynanıyor