Türkiye’de siyasetçiler ve yöneticiler için Mukaddime’nin okunması bir zorunluluk olmalı.
Son yıllarda, Türkiye siyasetinde ve toplumsal yapıda nitelik erozyonuna dair giderek artan bir endişe var. Bu durum, siyasetçilerin karar alma süreçlerinden, toplumun genel eğitim düzeyine ve hatta günlük hayatın pek çok alanına kadar kendini gösteriyor. Türkiye’de siyaset ve toplumda nitelik kaybı, geleceğimizi tehdit eden en büyük sorunlardan biridir.
Bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü. Gazeteci, doğru, tarafsız ve güvenilir bilgileri toplamak, araştırmak ve kamuoyuna aktarmakla görevli kişiye denir. Gazeteciler, olayları ve gelişmeleri takip ederek yazılı, görsel veya dijital medya aracılığıyla halka sunar. Gazetecilerin en önemli görevlerinden biri de toplum adına denetleme görevini üstlenmektir. Bu görev, demokrasinin temel taşlarından biridir ve halkın çıkarlarını korumayı hedefler.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinde “dördüncü kuvvet” olarak adlandırılan basın; yasama, yürütme ve yargı gibi devletin temel organlarını denetleme işlevi görür. Bu rolü sayesinde basın şimdiki adıyla medya, toplumda şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerinin uygulanmasına katkı sağlar.
Türkiye, kırk yılı aşkın bir süredir enerjisini ve kaynaklarını tüketen terör sorunuyla mücadele ediyor. Bu süreçte binlerce insanımız hayatını kaybetti, ekonomik maliyet milyarlarca doları buldu ve toplumsal barış üzerinde derin yaralar açıldı. Terör, sadece bir güvenlik meselesi değil, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve siyasi boyutları olan çok yönlü bir sorun olarak karşımızda duruyor.
Bu sorunun çözümü, hem toplumsal barışın yeniden inşası hem de ekonomik ve sosyal kalkınmanın hızlanması için kritik önemdedir. Kırk yıl boyunca bugün olduğu gibi terör sorunuyla gündemi kilitlenen Türkiye, enerjisini artık daha fazla üretim, eğitim ve kalkınmaya yönlendirecek bir çözüm yolunu bulmak zorundadır. Kaybedecek vaktimiz yok.
1 Ekim’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) açılışı, Türk siyasetinde yeni bir dönemin başlangıcına işaret etti. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, DEM Parti grubuyla tokalaşması ve terör elebaşı Öcalan’a yapmış olduğu çağrı büyük yankı uyandırdı.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bu hamlesi, genel hatlarıyla Türkiye’nin iç barışını güçlendirme yönünde atılmış önemli bir adım olarak değerlendirildi. Devlet Bahçeli, “yeni bir döneme giriyoruz. Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” ifadeleriyle, uzattığı elin teröre karşı ortak bir cephe oluşturma çağrısı olduğunu vurguladı.
Gelecekten umut olmayan bir yerde, şimdiki zamanın gücünden bahsedilemez. Unutulmamalıdır ki, insanın varoluşunda her zaman bir yenilenme ve yeniden başlama potansiyeli vardır. Şimdiki zamanın gücü, tam da umudun yeniden inşa edilebileceği bir fırsattır. Hayatın kendisi, umut ve belirsizlik arasında ince bir ipte yürüyüş gibidir. İnsan, yaşam yolculuğunda bu iki unsurun arasında denge kurmaya çalışır. Bazen öyle anlar gelir ki, gelecek tüm ihtimalleriyle karanlık görünür ve bu karanlık, şimdiki zamanın anlamını da gölgelemeye başlar.
Gelecekten umut olmayan bir yerde, şimdiki zamanın gücünden bahsedilemeyeceğini söylemek, bu bağlantının kopukluğunu derinden anlamaktır. Çünkü umut, sadece geleceğe dair bir beklenti değildir; bugünü şekillendiren en önemli motivasyonlardan biridir.
Asgari ücret, çalışanlara ödenmesi gereken en düşük yasal ücreti ifade eder. Asgari ücretin belirlenmesi ekonomik, sosyal ve politik sonuçlarıyla ele alınması gereken önemli bir konudur. Asgari ücret belirlenirken enflasyon, işsizlik oranı, ekonomik büyüme, işgücü verimliliği ve yaşam maliyeti gibi faktörler göz önünde bulundurulur. Hükümet, işçi sendikaları ve işveren temsilcileri arasında bir müzakere ile kararlaştırılır.
2025 yılı için belirlenen asgari ücretin %30 zamla net 22.104 TL olması ve işverene maliyetinin 30.556 TL'ye çıkması, günümüz ekonomik koşullarını, işveren ve işçi bağlamında ele aldığımızda bir memnuniyetten bahsedemeyiz. Yani hem işçi hem de işveren daha şimdiden 2025’i nasıl geçireceğini kara kara düşünüyor ve bir mucize olsa diye bekliyor. Bu tabloyu işçi ve işveren perspektifinden değerlendirirken, ekonomik dengeleri ve çözüm önerilerini analiz etmek önemlidir.
Camiler, manevi değerlerin ve ibadetlerin merkezi olarak büyük bir öneme sahiptir. Bu kutsal mekânlar, insanları bir araya getirir, dayanışma ve birliktelik duygusunu pekiştirir. Ancak, cami yapımı ya da donatımı konusunda bazen iyi niyetle hareket edilirken farkında olmadan israfın sınırlarına dokunulabiliyor. İşte burada devreye giren veciz bir söz: “Eve lazım olan camiye haramdır.”
Bu ifade, aslında İslam ahlakının özünü yansıtır. Önceliklerin doğru belirlenmesi gerektiğini ve ihtiyacımız olan kaynakları öncelikli alanlara ayırmamız gerektiğini hatırlatır. Peki, bu sözün anlamı ve arka planı nedir? Günümüzde nasıl bir rehberlik sunar?
Milyonların takip ettiği asgari ücret toplantılarının üçüncü turunda Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, talep ettikleri rakamın yüzde 45 enflasyon üzerine yüzde 20’lik refah payıyla 29 bin 583 TL olarak açıkladı ve bu rakamın verilmemesi durumunda karara imza atmayacaklarını belirtti. Türk-İş'in verdiği rakam net asgari ücrette toplamda yüzde 74’lük bir artış talebine işaret etti. Bu oran mevcut dolar kuruyla yaklaşık 845 dolar.
Asgari ücret artışı, hem çalışanlar hem de işverenler için kritik öneme sahiptir. Türkiye, birkaç yıldır yani pandemi ile birlikte ekonomik dengeyi sağlamada güçlük çekiyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ekonomik büyüme kaydedildiğini söylüyor ve bu yönde olumlu mesajlar veriliyor. Ancak büyüme kaydedildiği halde, büyümeden elde edilen gelir doğru ve adil bir şekilde paylaşılmadığında, çeşitli ekonomik, sosyal ve politik sonuçlar ortaya çıkar. Türkiye deki durumu bu yönüyle değerlendirebiliriz.
Din, insanlık tarihinin en güçlü bağlayıcı unsurlarından biridir. Maneviyat, ahlaki değerler ve toplumsal huzurun sağlanmasında önemli bir rol oynar. Ancak, dinin siyasi ve ticari amaçlar uğruna araçsallaştırılması yani istismar edilmesi toplumun dini inancını zedeler ve değerlerin yozlaşmasına neden olur.
FETÖ örneği, dini yapıların kontrolsüz bir şekilde büyümesinin ve devlet içinde güçlenmesinin nelere mal olabileceğini bizlere açıkça göstermiştir. Bu durum, devletin laik, demokratik ve adil bir düzende kalmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Şimdi benzerleri yani FETÖ’nün ruh ikizleri aynı tehlikenin sinyallerini vermektedir…
Baas rejiminin sona ermesi ile Suriye’deki siyasi ve sahadaki gelişmeler hızla değişiyor. Yeni bir bayrak yeni haritalar üzerinden şekillenen süreci takip etmeye çalışıyoruz. Yerel, bölgesel ve uluslararası birçok unsurun rol aldığı Suriye’de Esed’in çöküşünden sonra siyasi figürler arasından özellikle HTŞ yönetimi öne çıkarılıyor.
Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ): Suriye’nin kuzeybatısında etkili olan ve Şam’a kadar ilerleme kaydeden Suriye’deki iç savaş sırasında ortaya çıkan radikal İslamcı bir grup olup, El Kaide ile geçmiş bağlantıları nedeniyle dikkat çekiyor. HTŞ, daha önce BM tarafından terör örgütü olarak tanımlanmıştı. Türkiye, HTŞ'yi terör örgütleri listesine almıştı. ABD, HTŞ’yi El Kaide'nin bir uzantısı olarak görmüş ve terör örgütü olarak ilan etmişti. AB de terör örgütü olarak sınıflandırmıştı. HTŞ, El Kaide ile resmi bağlarını kopardığını iddia etse de kendisini ideolojik olarak radikal İslamcı çizgisinde konumlandırıyor.
Suriye’de 13 yıldır devam eden, 1 milyona yakın insanın hayatına mal olan, 12 milyon insanı göç etmek zorunda bırakan iç savaş yeni bir aşamaya geçti. 61 yıl boyunca baskı ve zulümle ayakta kalan Baas rejiminin çöküşü ve Beşşar Esed'in başkentten kaçışı Suriye'deki dengeleri kökten değiştirecek gelişmelere gebe ve yalnızca Suriye için değil, tüm Ortadoğu için büyük bir dönüşümün habercisidir. Bu durumun bölgedeki insani ve siyasi krizleri nasıl etkileyeceği az çok tahmin edilse de şimdilik belirsizliğini koruyor diyelim.
Türkiye'nin en uzun kara sınırı Suriye iledir. Türkiye-Suriye sınırı yaklaşık 911 kilometre uzunluğundadır. Bu sınır, 1923 Lozan Antlaşması ve 20. yüzyılın başlarında yapılan diğer anlaşmalarla belirlenmiştir. Sınır boyunca Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak gibi iller yer alır. Aynı zamanda iki ülke arasında siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler açısından da önemli bir coğrafi çizgidir.
Türkiye, 1 Ekim’de TBMM’nin açılışı ile başlayan ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin şahsında somutlaşan yeni bir siyasi iklime girdi. Alışılagelen siyasi paradigmaların dışında, ezber bozan, müesses siyasal önyargıları bitiren bu iklimin oluşturduğu şok etkisi iki ayı aşkın süredir devam ediyor.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin adım adım ilerlettiği süreç, Türkiye Cumhuriyeti devlet aklının himayesinde, geriye dönük yapılan muhasebenin, sebepler ve sonuçlar üzerinden hareketle belirlenen terörsüz Türkiye idealini gerçekleştirmeye matuf bir vizyondur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yılda birkaç kez yerinde “özeleştiri” yapar. Bu sayede güven tazeler ve umutları yeşertir. Hataların farkında ve telafi etme yoluna gidilecek diye düşünülür. Aslına bakılırsa AK Parti 22 yıllık kesintisiz iktidarını bir nevi bu özeleştirilere borçludur.
Siyasette özeleştiri, politik aktörlerin veya partilerin geçmişte yaptıkları hataları kabul ederek, hataları düzeltmeye yönelik bir irade ortaya koydukları bir yaklaşımdır. Bu tavır, siyasal iletişime önemli faydalar ve katkılar sunar. Özeleştiri yapan bir siyasetçi ya da parti lideri, halkın gözünde güvenilir, itibarlı ve samimi bir imaj çizer. Çünkü seçmen, hatalarından ders alan liderlere daha fazla değer verir ve önemser.
Türkiye, yarım asırdır terörle mücadele halinde. Başta İsrail ve İsrail’i destekleyen egemen güçlerin, Türkiye’nin yıllardır mücadele ettiği terör örgütlerine destek verdiği kanıtlanmış bir gerçekliktir. Bu yüzden terör her geçen gün farklı boyutlarıyla karşımıza çıkıyor. Irak ve Suriye iç savaşından sonra doğu ve güney sınırımız terör tehdidi ile kuşatıldı. Türkiye, yurt içi ve sınır ötesinde düzenlenen operasyonlarla terör faaliyetlerini engellemek için büyük çaba sarf ediyor.
Terör bir ülkenin öncelikle kalkınma planını sekteye uğratır. Terörün sebep olduğu ekonomik kayıplar sadece fiziksel zararlarla sınırlı kalmaz aynı zamanda siyasi ve sosyal tahribatlara neden olur. Terör, yerli ve yabancı yatırımcılar için de risk teşkil eder. Bir ülke sürekli güvenlik sorunlarıyla karşılaşıyorsa, yatırımcılar ekonomik büyümeye katkı sağlamaktan kaçınır. Bu da kalkınma için gerekli olan finansmanı sınırlayarak, ülkenin ekonomik büyümesini engeller. Belirsizlik, güven kaybı, birlik beraberliğin zedelenmesi, sosyal sermayeyi aşındırarak toplumun dayanıklılığını ve iş birliği kapasitesini yok eder.
Gıda enflasyonu ve gıda güvenliği, günümüzün en önemli sorunlarından birini oluşturuyor. Türkiye yüksek gıda enflasyonu oranıyla öne çıkıyor. Yapılara araştırmalar Türkiye'deki gıda fiyatlarının üç yıldır sürekli artış gösterdiğini ortaya koyuyor. Gıda fiyatlarındaki artış, halkın temel gıdalara erişimini zorlaştırarak gıda güvenliğini tehdit edici bir unsur haline geldi.
Gıda enflasyonu, gıda ürünlerinin fiyatlarının sürekli yükselmesini ifade eder. Bu durum, genellikle iki ana faktörle bağlantılıdır. Birincisi üretim maliyetleri: Tarım ürünlerinin üretim maliyetlerinde meydana gelen artışlar (gübre, enerji, iş gücü maliyetleri vb.) doğrudan ürün fiyatlarına yansır. İkincisi ise talep ve arz dengesizlikleri: Talep artarken arzın sabit kalması ya da azalması fiyatların yükselmesine neden olur. İklim değişiklikleri, tarım arazilerinin azalması, ekonomik krizler, pandemi, kuraklık, savaşlar gibi durumlar üretimi olumsuz etkileyerek arzı kısıtlar ve fiyatları yükseltir.