ABD Başkanı Joe Biden, tahmin edileceği üzere yine soykırım ifadesini kullandı. Beyaz Saray tarafından yapılan yazılı açıklamada tarihi gerçekler çarpıtılarak 24 Nisan1915 olayları soykırım olarak tanımlandı; “Ermeni soykırımı sırasında kaybedilen hayatları anıyoruz ve asla unutmama taahhüdümüzü yeniliyoruz” dendi.
Türkiye her 24 Nisan'da sözde “Ermeni soykırımı” iftiralarına maruz kalıyor. Türkiye işlemediği suçun sanığı yapılmaya çalışılıyor. Uluslararası platformlara servis edilen temelsiz, aslı esası olmayan yalan yanlış bilgilerle kamuoyu baskısı oluşturuluyor. Ermeni diasporasının içimizdeki uzantılarının bu yöndeki gayretleri de fazlasıyla hissediliyor.
Seçimlerinin ardından yeni anayasa tartışmaları hız kazandı. Siyasetin önceliğini yeni anayasa çalışmaları oluşturuyor. Vatandaşın gündeminde yeni anayasa yok. Siyaset ile vatandaş arasındaki kopukluğu buradan çok rahat anlayabiliriz.
Daha yeni seçimden çıktık ve sandığın verdiği mesaj açık; ülkeyi adil bir şekilde yönetin, haksızlık, hukuksuzluk yapmayın, emanete ihanet etmeyin, kaynakları doğru kullanın, hesap verilebilir, şeffaf, dürüst olun, denetimi, planlamayı önemseyin, insana ve insan hayatına değer verin, halden anlayın, işi ehline teslim edin, ekonomiyi düzeltin ve kalkınmayı sağlayın…
İnsanlar bir arada yaşamaya ihtiyaç duyan varlıklardır. Bu ihtiyaç psikolojik olduğu kadar sosyal ve iktisadî bir gereksinimdir. İnsanlık tarihi boyunca toplum düzenini ve güvenliğini tesis etmek için devletler kurulmuş, kurallar koyulmuş ve bu kurallara uyma zorunluluğu getirilmiştir.
İnsan aynı zamanda yoldan çıkmaya, suç işlemeye meyillidir. İnsan başıboş, kendi haline bırakılırsa birbirine zarar vermeye başlar. Bu yüzden düzeni ve güvenliği sağlamak devletin en başta gelen görevleri arasında yer alır. Eski Türklerde kamu düzeni ve güvenliği belli yasalara uygun olarak yürütülmüş, suçların önlenmesi kadar işlenen suçlarda suçluların yakalanmasına da önem verilmiştir. Dolayısıyla askeri teşkilat içinde faaliyet gösteren Polis Teşkilatı Türk tarihi ile başlamıştır.
Mübarek Ramazan ayı o (sayılı günler)seçim gündemiyle bitti. Ramazan ayı içerisindeyiz, daha sakin daha duyarlı daha anlayışlı bir ortamda seçim süreci geçiririz demiştim. Öyle olmadı, yine her zamanki gibi siyasi nezaketten uzak, etik kuralların dışında kalmayı kendisine rehber edinmiş kişilerle karşılaştık.
1994 yılından bu yana yerel yönetimlere damgasını vurmuş AK Parti siyaseti bu yerel seçimlerde Türkiye genelinde ikinci sıraya geriledi. Ana muhalefet partisi CHP birinci sıraya yükseldi. CHP başarılı olduğu için mi birinci sıraya yükseldi? Bu soruya evet cevabını vermek mümkün mü? Elbette değil. Başarısız bir muhalefetin seçim başarısından bahsediyoruz. Hepsi bu…
AK Parti Merkez Yürütme Kurulu, Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde toplandı. Dört saat süren toplantıda 31 Mart yerel seçim sonuçları masaya yatırıldı. Toplantının ardından basınla ilk defa ayrıntılı bir bilgilendirme metni paylaşıldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “kendisi dâhil Ak Parti yönetiminde yer alan kimsenin 31 Mart seçim sonuçlarının sorumluluğundan kaçamayacağını, oy kayıplarının tek bir soruna ve tek bir başlığa indirilemeyeceğini, bunun kolaycılık olacağını ve nerede eksik, hata, kasıt ya da ihanet varsa üzerine gitmenin boyunlarının borcu olduğunu” ifade ediyor.
31 Mart Mahalli İdareler Seçimleri yapıldı. Sonuçları itibariyle üzerine çokça duracağımız tarihi bir seçim yaşadık. Sandıktan çıkan sonuçlar en fazla muhalif kesimleri şaşkına uğrattı. Her seçim sonrasında Türkiye’de seçim güvenliği yok, oylarımız çalındı diye yaygara koparmayı, milleti aşağılayıp, tehditler ve hakaretler yağdırmayı alışkanlık haline getirmişlerdi. Bu sefer sessizliğe gömüldüler, gelişmeler demokratik olgunlukla karşıladı.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Başarısız bir muhalefetin seçim kazanmasını başarı diye sunmak yeni başarısızlıklara ön açmak olur. Burada bize düşen sorumluluk gerçekleri perdelemeden çıkarılacak dersler, ivedilikle atılması gereken adımlar ve geleceğe yönelik stratejik planlar üzerinden değerlendirmeler yapmaktır.
Hesaplar, pazarlıklar, ayrışmalar, tartışmalı listeler, seçim kampanyalarına ayrılan dev bütçeler harcandı bitti. Adaylar, partililer konuştular, koşturdular, birbirleriyle yarıştılar derken büyük gün geldi çattı. Son karar milletimizin…
Her seçim öncesinde olduğu gibi bu seçimde anket şirketleri tahminlerinden ziyade hileli yönlendirme yaparak gündem belirlemeye çalıştı. Artık anket şirketleri, doğru verilerin değil, paranın etkin rol oynadığı yerler halini aldı. 14 Mayıs genel seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu'nun seçimi önde tamamlayacağı ve cumhurbaşkanı olacağı yönünde tahmin yürüten anket şirketleri bu yerel seçimlerde CHP’nin İstanbul ve Ankara belediye başkan adaylarını zirvede gösterdi. Anket şirketlerine göre bugün Türkiye’yi Kemal Kılıçdaroğlu yönetiyor olacaktı…
Samimiyet, dilimiz ile kalbimizin, söylediklerimiz ile yaptıklarımızın birbirini tutmasıdır. Verilmek istenen mesajın karşı tarafta gerçek manada etki oluşturması isteniyorsa, her şeyden önce samimiyet gerekir. Samimiyet muhatabına ulaşan en etkili iletişim dilidir daha net ifadeyle etkili iletişimin temeli samimiyettir.
Samimiyet; doğruluk, dürüstlük, özü sözü bir olma, tutarlılık, olduğundan başka türlü görünmeye çalışmamak, kendin olmak demektir. İçten ve kalpten olan sevgi ve bağlılıktır. Aile, iş, sosyal, siyasi; hayatın bütün alanlarında samimiyete ihtiyaç duyarız.
17 Mart Pazar günü MHP'nin gerçekleştirdiği 14. Olağan Büyük Kurultayını takip etmek üzere Ankara Spor Salonu'na gittim. Kurulan dev ekranlardan cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile MHP'nin kurucu lideri Alparslan Türkeş'in fotoğrafları ve MHP genel merkez binası yansıtıldı.
Salonda, “Yüreğini hazırla şimdi Şafak söküyor”, “Bir ülkü bir ömürden uzun her sevdadan büyük”, “İlk günkü azim ve kararlılık bitmeyen gurur ve onurla”, “Devir artık Türk devridir”, “Cumhur bizim Türkiye hepimizin”, “Geçmişin gururu yarının umudu” yazılı afişler yer aldı. Ankara Spor Salonu; “ülke için var olduk, bir ülküye yar olduk, ülkeye sevda, ülküye yemin” sesleriyle yankılandı.
Türkiye seçim sath-ı mailine girdi. Yerel seçimlere kaldı 18 gün. İl ve ilçe belediye başkan adayları sahalarda, seçimin öncesi ve sonrasının muhakemesi hak getire, gün bu gündür hesabıyla bütün tuşlara aynı anda basılıyor. Seçim kampanyalarının birçoğu reklam ajanslarının para kazanma mantığı ile ilerliyor ve adaylara katkıdan çok tepkiyi artırıyor.
Meclis üyeleri listeleri belirlendi. Burada da farklı dengelerin gözetildiğini görüyoruz. Seçmeni olduğum İstanbul 1. bölgeden bir örnek vereyim. 2019 yılında 3. sıradan AK Parti Üsküdar İBB Meclis Üyesi olan ve iki yıl önce AK Parti’den istifa eden Amine Cansu Çelik bu dönem CHP Üsküdar 1. sıradan meclis üyesi adayı yapıldı. Üsküdar meclis toplantısında CHP grubunu karıştıran bu konu siyasette genel çürümenin sadece küçük bir yansıması.
28 Şubat 1997’de gerçekleşen Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının üzerinden 27 yıl geçti. Türkiye siyasi tarihinde “28 Şubat post-modern darbesi” olarak yer alan ve sonuçları uzun süre tartışılan utanç verici günler unutulmadı.
Peki, ne olmuştu? 1995 genel seçimlerinde Refah Partisi sandıktan birinci parti çıktı. Necmettin Erbakan'a Başbakanlık yolu açılır açılmaz medyada irticai faaliyet ifadeleri kullanılmaya başlandı. Fişlemeler, üniversitelere alınmayan başörtülü öğrencilere yönelik kurulan ikna odaları, kamu kurumlarında yaşanan mağduriyetler, Aczimendiler, Fadime Şahin ve Müslüm Gündüz olayları kamuoyunda geniş yankı uyandırdı.
Hayatımız siyaset ve seçimlerden ibaretmiş gibi başka bir şey yazıp konuşamıyoruz. Siyasetle öyle içli dışlıyız ki iyice politize olmuşuz. Her seçime bir öncekinden daha çok önem atfediyoruz. Günler akıp gidiyor değişen bir şey yok. Geriye sadece hırs ve rekabet içinde savrulmuş geçmiş zaman ve gelecek kaygısı kalıyor.
Hayal kurmayı, düşünmeyi, sevgiyi, saygıyı, sanatı, şiir okumayı, şarkı söylemeyi, empatiyi, hürmeti, kıymet bilmeyi, birbirimizi anlamayı ve anlamlandırmayı unuttuk. İnsan olma sorumluluğunun samimiyetin ve içtenliğin ortaya çıkardığı değerleri hatırlamak adına siyasetten ve seçim atmosferinden bir nebze uzaklaşıp yaşamın başka alanlarına dönüp bir bakmak gerekir.
6 Şubat 2023 gecesi 11 ilimizi aynı anda vuran, 50 bini aşkın insanımızı kaybettiğimiz Kahramanmaraş merkezli depremin üzerinden bir yıl geçti. Depremin yıl dönümü sebebiyle anmalar düzenlendi, acılar tazelendi, sosyal medyadan mesajlar paylaşıldı, üzüntüler dile getirildi. Ne yazık ki bunları iki gün sonra unutacağız ve normal yaşantımıza devam edeceğiz…
Türkiye jeolojik olarak deprem kuşağında bulunan ve şiddetli depremlere tarih boyunca maruz kalmış bir ülkedir. Depremler kentlerin plansızlığı ve afetlere karşı dirençsiz oluşuyla bir araya geldiğinde yıkıcı etkisi çok daha fazla hissedilmiştir. Bu durum yakın tarihte maddi manevi büyük kayıpların yaşandığı Erzincan, Gölcük, Van, İzmir ve Kahramanmaraş merkezli depremlerde açık bir şekilde görülmüştür.
Gülüp konuşuyoruz, yiyip içiyoruz; siyaset, yerel seçimler, adaylar, kayıkçı kavgaları, ekonomik kaygılar, pavyon dansı, Dilber’in evi barkı derken Gazze gerçeğini unutuyoruz. İsrail, Gazze Şeridi’ni 118 gündür ağır bombardıman altında tutuyor. Gazze’de öldürülen Filistinlilerin sayısı 26 bin 637'ye yükseldi.
Dar bir alana sıkıştırılmış milyonlarca Filistinli katledilme korkusu, açlık, salgın hastalık, kış şartları, soğuk, yağmur altında yaşam mücadelesi veriyor. Kara işgali ve çatışmalar sürüyor, insani yardımlar, tıbbi malzemeler Gazze'ye sokulmuyor. 400 bin insan açlıktan hayatını kaybetmek üzere. Bir toplum göz göre göre yok ediliyor, dünya seyrediyor.
Önümüzdeki yerel seçimler, Türkiye'nin yerel yönetimlerine yön verecek önemli bir seçim olacak. Geçen haftaki yazımda seçim kampanyaları için Hazine’den siyasi partilere aktarılan büyük paralardan bahsetmiştim. Türkiye’de ekonomik kriz var. Emeklilere yapılan zam yeterli gelmeyince Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, TRT Haber yayınında SSK ve Bağ-Kur emeklilerine yapılacak zam oranının ocak ayı itibarıyla yüzde 49,25'e yükseltildiği belitti.
Aslına bakılırsa emekli maaşı en az 15 bin TL olmalı. Ne kadar artış o kadar iyi. Kamu tasarrufu, israf önleyici politikalar, disiplin ve denetim tam anlamıyla hayata geçse buradan emeklilere verilen maaş fazlasıyla çıkar ve böylece emeklilerin maaşı sorun haline gelmez.