Artık canına tak eden Azerbaycan ise kararlı bir şekilde hareke geçti, Ermenistan’a dersini vermeye başladı. Azerbaycan o kadar haklıydı ki, Ermenistan’ın ağa babaları bile sus pus kaldı.
Bu arada Türkiye’de de güzel ve çirkin aynı anda yaşanmaya başladı. Biri hariç Meclis’teki bütün partiler Azerbaycan’a destek için ortak bildiriye imza attı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu partilere tek tek teşekkür etti. HDP ise o kirli yüzünü yine gösterdi. Teröre ve terör devletlerine verdiği desteği tescillemiş oldu.
Anayasa Mahkemesi (AYM) ile başlayalım. Yüksek Mahkeme, ‘Şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez’ hükmünü Anayasa’ya aykırı buldu, fırtına koptu!
Bana göre haklı olarak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, AYM Başkanı’nı sert bir şekilde eleştirdi. İkili arasında bisiklet polemiği yaşandı ki, bu bence konunun en hafif ayağı. Bu karar AYM’nin aldığı ilk skandal karar değildi. Terör örgütü PKK’nın, ‘çukur olayları’ sırasında, kimi birliklerin devleti kıyım yapmakla suçladığı saçma sapan bildiri için de ‘ifade özgürlüğü’ kararı vermişti. Bu ve buna benzer çok tartışmalı kararı var Yüksek Mahkeme’nin.
Nefes alın ve lütfen yazının devamını okuyun!
Son yerel seçimler öncesi… AK Parti’nin İstanbul adayı herkesin malumuydu. Binali Yıldırım ismi üzerinde geniş bir konsensus vardı. Kapalı kutu olan ise anamuhalefet partisi CHP’nin İstanbul adayının kim olacağıydı. Alternatif çoktu, netlik yoktu. Cumhurbaşkanlığı seçiminde partisinden daha çok fazla oy almış Muharrem İnce, İstanbul’u çok iyi bilen, ilçe belediye başkanlığı yapmış Gürsel Tekin ve buna benzer birkaç isim daha gündemdeydi CHP adına.
Çünkü kötü başladı! İşi olmadığı halde polemiklere dahil oldu. Gerçek misyonunu unuttu, bir genel başkan gibi davranmaya başladı. İstanbul’u bıraktı, kendisine seçim kazandıran HDP’yi Diyarbakır’da ziyaret etti. Gezdi, tozdu, tatil yaptı. Tatile kısa bir ara verdi, sel götüren İstanbul’u şöyle bir ziyaret etti, sonra tatiline bıraktığı yerden devam etti.
Bu durum parti içindeki ağırlığına bile darbe vurdu. Umut olarak bakılan isim gitti, parti içinde sıkıntıya neden olan, tartışılmaya başlanan kişi geldi. Kılıçdaroğlu’nun gözünden düştüğü, onun yerine Mansur Yavaş isminin konuşulduğu yazılıp çizilmeye başlandı.
Yine aynı örgütün talimatıyla cezaevinde 238 gün ölüm orucu eylemi yaptı ve geçtiğimiz günlerde öldü.
Avukat Ebru Timtik’ten bahsediyorum…
İçişleri Bakanlığı, pandemi nedeniyle 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları ile ilgili bir genelge yayınladı. Dikkatli olunması, çok fazla kalabalıklar oluşturulmaması konusunda uyarılar içeren bir genelge. Bunun üzerine CHP yönetimi ayağa kalktı. Neymiş, iktidar partisi cumhuriyetle ve cumhuriyeti kuranlarla hesaplaşıyormuş. Ayasofya açılırken, 15 Temmuz etkinliklerinde, Malazgirt kutlamalarında neden genelge yayınlanmamış.
Şimdi soruyorum; 15 Temmuz geçtiğimiz yıllar gibi mi anıldı? Önceki yıllarda kalabalıklar köprüde bir araya gelirken, bu yıl yapıldı mı?
Biz, İYİ Parti HDP ile anılmaktan rahatsız mı, CHP-HDP ortaklığı resmen açıklanacak mı diye tartışırken, ABD’nin Başkan adayı Joe Biden ‘Millet İttifakı’na dahil olma kararı verdiklerini açıkladı! Biden, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı muhalefeti destekleyeceklerini söyleyerek, hadsiz bir çıkış yaptı. İşin darbeyle mi, seçimle mi olacak kısmına girmiyorum bile. Çünkü 15 Temmuz’da derslerini aldılar. Bu saatten sonra sadece ima edebilirler.
Gelelim sadede!
“Kimine göre, cumhurbaşkanlığı adaylığı sonrası yaşanan yenilgiden sonra yaptığı açıklamalar, kimine göre Beştepe’ye giden CHP’li tartışması sırasında ortaya attığı ‘CHP içindeki çete’ suçlaması, kimine göre ise son kurultayda Parti’nin cumhurbaşkanı adayının tuvaletinin yanında bir yere layık görülmesi…
Bana göre bütün bunlar tali nedenler. İpler, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, partisinin cumhurbaşkanı adayını açıklarken Muharrem İnce için sarf ettiği “Gel bakalım buraya Muharrem” sözleriyle koptu. Kılıçdaroğlu bu hamleyle hem parti içinde kendisine en büyük alternatif olan İnce’yi diskalifiye etmiş oldu, hem de ‘patron benim’ mesajını verdi.
Kimine göre, cumhurbaşkanlığı adaylığı sonrası yaşanan yenilgiden sonra yaptığı açıklamalar, kimine göre Beştepe’ye giden CHP’li tartışması sırasında ortaya attığı ‘CHP içindeki çete’ suçlaması, kimine göre ise son kurultayda parti'nin cumhurbaşkanı adayının tuvaletinin yanında bir yere layık görülmesi…
Bana göre bütün bunlar tali nedenler. İpler, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, partisinin cumhurbaşkanı adayını açıklarken Muharrem İnce için sarf ettiği “Gel bakalım buraya Muharrem” sözleriyle koptu. Kılıçdaroğlu bu hamleyle hem parti içinde kendisine en büyük alternatif olan İnce’yi diskalifiye etmiş oldu, hem de ‘patron benim’ mesajını verdi.
Öncelikle şunu söyleyeyim; bu ikisi de Ayasofya’nın ibadete açılmasının keyfini hazzını yaşamamıza engel oldu, o büyük güne gölge düşürdü. Gerek hutbedeki sözlere gerekse Hilafet çağrısına kişisel olarak katılmadığımı söyleyeyim…
Ancak bütün bunlara ne kadar karşıysam, tartışmalar sırasında ortaya atılan “Aslına bakarsanız, bunlar AK Parti’nin gizli ajandası. Beştepe’den habersiz bunlar yapılamaz” şeklindeki saçma sapan iddialara da bir o kadar karşıyım. Ne Beştepe’nin ne de AK Parti iktidarının böyle bir gündemi var.
Hele bu açıklama 15 Temmuz işgal girişiminin yıl dönümünde yapılınca çok daha dikkat çekti.
Kişisel olarak bir insanın herhangi bir cemaate mensup olmasına karşı değilim. Hatta bunu en doğal hak olarak görüyorum. Ancak, yaşadığımız acı tecrübelerden ders çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum. Kendisini yıllarca cemaat olarak tanımlayan FETÖ’nün, bu ülkeye neler yaşattığını unutmayalım. Önce palazlandılar, sonra parayı buldular ve arkasından utanmadan iktidar sahibi olmak istediler. Vermeyince de bu ülkeye çok büyük acılar yaşattılar…
Ancak, bu tartışma ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı gibi olmaz. Çünkü, her yaptığı açıklama işi sulandırıyor. Öyle ki; insanın aklına, acaba bile bile mi yapıyor, sorusu geliyor.
Gelin şöyle biraz geriye giderek bir tablo ortaya çıkaralım…
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bir grup insanla bu otelde buluşuyor. Görüşmede parti sözcüsü Faik Öztrak ve İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu da hazır bulunuyor.
Bu ilginç buluşmada, gündeme dair ne varsa konuşuluyor. Masanın etrafındakiler merak ettiklerini soruyor, Kılıçdaroğlu da cevaplıyor.
Hatırlarsınız, İstinaf Mahkemesi, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkında, ‘silahlı terör örgütü propagandası yapmak’, ‘kamu görevlisine alenen hakaret etmek’, ‘Cumhurbaşkanı’na alenen hakaret etmek’, ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni alenen aşağılamak’, ‘Halkı din ve düşmanlığa alenen tahrik etmek’ suçlarından toplam 9 yıl 8 ay 20 gün hapis cezası kararını onayladı.
Buraya kadar sorun yok!
Aslına bakarsanız bu durum bugünün sorunu değil. Bu tartışma çok daha eskilere dayanır. Biraz hafızalaramızı tazelersek, 28 Şubat sürecinde neler yaşandığını hatırlamaya çalışırsak ne demek istediğimi çok daha iyi anlarsınız.
Ancak benim anlamadığım nokta, yargı ve hatta siyaset camiası bugün Baroların yapısını mı tartışıyor yoksa Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nu mu? Dün el üstünde tuttukları Feyzioğlu, bugün ağzıyla kuş tutsa yaranamıyor. Ben de ‘çoklu sisteme’ karşıyım diyor olmuyor, diğer Baro başkanlarıyla Anıtkabir’e gidiyor beğendiremiyor, başlattıkları yürüyüş durdurulan avukatlara destek için çırpınıyor, yanlarına gidiyor eleştiriliyor…