Zamanda kaybolmak

Size biraz 'zaman' ve 'hasret' kavramlarından bahsedeceğim; çünkü bu kavramlardan hiç hoşlanmam. Fakat hoşlanmadığım şeylerden bahsetmekten hoşlanırım. Çünkü hoşlandığım şeylerden bahsedersem o zaman onlara sahip olamadığım aklıma gelir ve işte bundan hiç hoşlanmam.

Şimdi misal hayattaki en hoş şey olan kızımdan birkaç gündür ayrıyım. İşte tam burada hasret devreye girip mikrofonu kaptığı gibi “Kirpiğin kaşına değdiği zaman, bekletme sevdiğim vur beni beni” türküsünü çığırmaya başlıyor. Olaylar çirkinleşince annem çareyi ağzıma selpak tıkamakta buluyor.

Sonra kızın evden ayrılma süresinin iki gün olduğu aklıma gelince sakinleşmem gerekiyor. Çünkü iki günde kimse kimseyi özlememeli. İşte burada da zaman kavramı sahneye çıkıyor. "İyi de" diyor, "kime göre neye göre kısa?"

İki gün sadece çocuk yapma kararı vermek için kısa bir süre. Çocuğu beşiğe koyduktan sonra ise zaman dünyanın en izafi şeyi.

“Ben normal doğuramam, başlatmayın çocuğun sağlığına” diyeli nereden baksan beş sene olmuş… Bunu dediğim için en son pişman olmamın üzerinden geçen süre yarım saat… Üstelik dört senede her yarım saat...

İçimin geçtiği bir anda açık kalan balkon kapısının ardından gelen düşme sesiyle 10 dakika felç kalışımın üzerinden heyhat tam bir sene!

Bana “Anne iyi ki varsın" diyeli iki yıl… Ona çok bağlanmamam gerektiğini, ne de olsa kendi ayakları üzerinde durmaya başlayınca benden kopacağını düşüneli bir yıl…  "O mutlu olsun, ben uzaktan da izlerim" diyeli ise 10 dakika….

İnsanlardan bile isteye uzaklaşmaya karar vereli iki sene olmuş…

“Hayır” demeyi, “Arkadaşlığın bana iyi gelmiyor” demeyi, kendi başımı yine kendim okşamayı, utanma perdesini yırtıp atmayı, kendi ahlak anlayışımı sıfırdan yaratmayı öğreneli ise bir ömür aldı.

Yolun yarısında öğrendiklerimle suyun üstünde kalıyorum. Bundan sonraki kısımda ise onu suyun üstünde tutmak için kendi başımı deryalara salmam gerektiğini bilerek yol alıyorum.